GİZLENEN TÜRK TARİHİ.
Asırlardır Türklerin anadoluya 1071'de girdiklerinden sonra uygarlıkla karşılaşdıkları söylendi durdu.
Dahada beteri buna biz bile inanarak sanki göçebeliği yenicenek bırakmış konar göçerler olarak cografyalar içinde savrulduğumuza inanmaya başladık.
Buna birde sanki önceden şerefsizdikte İslamiyetle tanıştıktan sonra şereflendirdiler söylemide eklenince toplumsal hafızamız düsmanların söylemlerini savunurcasına önceleri yağmacı,barbar bir toplum olduğumuza inanmaya başladı.
Oysa bu anlayışların gerçek tarihle hiç bir ilgisi yoktu.
Bu anlayışlar çesitli dönemlerde Rus çarları gibi devlet adamlarıyla Arap ümmetciliği yapan tarikat ve mezhep liderlerinin tarihi süreçte yavaş yavaş toplumsal hafızamızı tahrip eden,beynimize soktukları hastalıklı anlayışlardı. Günümüzde Türkleri uygarlıkla en son tanışmış millet olarak gösteren Ermeni diasporası ve kürtçülerin avukatlığını yapan, diasporadan özür kampanyasını başlatan Ahmet insel, Baskın oran, Cengiz aktar ve Ali bayramoğlu gibi emperyalist çanaktan beslenen ermeni diasporasından özür dileyen sözde aydınların inkar edemiyecekleri, belgelenmiş tarihi gerçekler olmasına rağmen vicdanlarını satmış bu kişiler gerçeklere hala sırt çevirerek resmen yalan söylemekteler.
Türklerin ön ataları Sümerlerden bile eski, Türmenistan Karakumda gelişmiş bir uygarlığın olması küresel sermayeye ruhlarını satmış bu aydın bozuntularını bayağı rahatsız ediyordu.
Cia tarafından ne kadar gerçek olduğu zaten şüpheli, güya 500 kişi üzerinde yapılan gen araştırma sonucunda anadoluda Türklerin yüzde 30 civarında olduğu söylenmeye başlanmıştı. Bu tür aydınlarda Cia tarafından servis edilen bilgileri bilimsel gerçeklermiş gibi küresel sermayenin borazanı olmuş gazete köşelerinde ve tv ekranlarında bu yalanları paylaşarak Türklerin aslında Ermeni veya Rum dönmeleri olduğunu ima ettiler.
Cia tarafından servis edilen rakamların bu ne ilki nede sonuncusuydu. Daha öncede Türklerin anadoluda yüzde 10/15 civarında olduğunu yine böyle gen araştırmasına atıfta bulunarak gazetelerde yazılmış çizilmişti. Hatta bazı aklı gücükler bu yüzdenin içine Afganları,Moğolları,Çinlileride koyarak Türklerin yüzde 4 falan olduğunu söyledi.
Daha sonra anladıkki bunuda Cia servis etmiş.
Çünkü bu haber servis edilmeden önce TRT'de "Karlı dağların arkasındaki sır" belgeseli anadoluda ve orta asyada birbirine benzer aynı uygarlık ürünü 100 bin kadar kayalar üzerine kazınmış yazıtlarla ilgili belgeselin ilk bölümleri yayınlanmaya başlanmıştı.
Acel aceleye getirilerek Cia tarafından servis edilen saçma genetik araştırması bu belgeseldeki gerçeklerin üzerini örtmek için taşarlanmıştı.
Çünkü bu belgesel Türklerin Adadoluya 10 bin yıl önce yerleşik hayata geçmiş olarak anadoluyu ta bu zamanlarda Türkleştirmeye başladığını gösteriyordu.
8 bin yıl önce Hakkari gavaruk yaylasındaki kayalara çizilen Türk geleneğine ait simgeler ve gök Tengri damgaları,Türk ulusunun manevi duygularını kaybettirip sonra bölüp sömürmek ve köleleştirmek isteyen küresel sömürücü güçlerin tekerine çomak sokuyordu.
Bu gerçeklerin üzerini örtmek için Cia tarafından siparişle Abd üniversitelerinde imalat edilen saçma araştırmalar ülkemizde aydın sıfatlı emperyalist çanaktan beslenen kişilerce bilimsel araştırmalarmış gibi tv ve gazetelerde konusu ediliyordu.
Anadolu ve dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan kavim oluşumları daha taş devrini yaşarlarken Sümerlerin kurduğu muhteşem mezopotamya uygarlığına baştan övgüler dizen bu tür kişiler,Sümerlerin kökenleri ve konuştukları dil ile ilgili bilgilerin Sümerleri Türklerin ön ataları olabileceğini göstermesinden sonra,Sümer defterini bir daha açmamak üzere tamamen kapatıyorlardı.
Türk ulusunu karalamak için alçakca iddialarda bulunan pkk taraftarı kürtçüler ve Ermeni diasporasının palavralarını bizlere gerçeklermiş gibi inandırmaya çalışan satılmış aydınların temel dayanakları Rus çarı 1'ci Petro zamanından kalan yazılardı. Namı diğer deli Petro tarafından yazdırılan bu palavraları yazmaları için tarihçilere ne denli baskı yapıldığını ve 1'ci Pedro'nun emirlerini yerine getirmeyen gerçek tarihi yazan tarihçilerin idam cezasına çarpıtıldığı tarih sayfalarında yerini alması bile bu tür yalan kampanyasını durduramıyordu.
Altay kökenli İskitlerin ilk defa Türkler olduğunu Rus tarihçi Andrey Lizlov dile getirmişti.Fakat onun dile getirdiği bu gerçek saraya uygun gelmemesinden dolayı bilim adamı bu yüzden zarar görmüştü. Daha sonra yurt dışından bilim adamlarına paralar ödenerek İskitlerin Slav olduğu fikrini yaymaya başladılar.Türkleri ise uygarlık kuramamış göçebe olarak yaşayan vahşi,yağmacı bir halk olduğunu söylediler.Lakin bu yalanada kimse inanmadı. Yalan o kadar saçmaydıki,bozkırlarda oluşan eski uygarlık insanlarına Slav demişlerdi.Oysa Bozkırlarda hiç Slav yaşamamıştı,onlar ormanların sakinleriydiler.
Bu saçmalıklarında dahada ileri gittiler, İskitleri Persçe konuşan millet olduğunu yaymaya başladılar,bu yalan batılıların işine geliyordu ve tuttuda. İskitlerin Persçe konuşan Hint-avrupa ailesinden insanlar olduğu yalanı yakın tarihe kadar kabul gördü.
Günümüzde ise geçerliğini yitirmiş bu iftirayı delil gibi kullanan Ermeni diasporasıyla ortak hareket eden masa başı tarihçilerle ayrılıkçı kürtçüler,Türkleri aşağılamak için Rus çarı deli pedro'nun dayatmalarını hayasızca hala kullanmaktalar.
İskitlerden kalma yazıtlarda ve İskit kurganlarında bulunan Türkçe runik yazılarla yazılmış yazılı belgeleri görmek istemeyenler,hala bu yalanlardan medet ummaktalar. Bu gerçekleri bilen tarafsız tarihçiler eserlerinde işledikleri belgeli gerçeklere rağmen bu insanları inandıramıyor,hiçbir söylemleri bu türleri ikna edemiyordu. İçimizde saygın tarihçiler olarak ün yapmış bazı sözde tarihçiler hala bu gerçekleri görmemezlikten geliyorlar ve hala riyakarlıkla tarihi saptırmaya çalışıyorlar.
Demek ki,“herkes, görmek istediği şeyi görüyor” atasözü galiba bu tür kişiler için söylenmiş !!!
Yıllarca gerçekleri gizlemek için kilit üzerine kilit vurdular. Sanki İskitler, Kumanlar,Kıpçaklar, Peçenekler gökten düşmüşlerdi,baska bir gezegene ait bir dille konuşmuşlardı.Onlar birdenbire şimdiki Kazakistan,Özbekistan,Rusya, Ukrayna,Bulgaristan, Macaristan,Anadolu bozkırlarında ansızın ortaya çıkmış,sonra da buharlaşıp yok olup gitmişlerdi !!!
Güzel insan,büyük araştırmacı ve tarihçi,benimde fazlasıyla bilgisinden yararlandığım Türk asıllı Rus tarihçi Murad Acı'nın sözü ne kadar doğru.
"Gerçekleri bir müddet gizleyebilirsiniz ama asla yok edemezsiniz."
40 bin yıl öncesinden beri kurduğu uygarlıklarla insanlığın gelişmesinde yatsınamaz yeri olan,insanlığa yön vermiş Türk tarihinin üzeri bir müddet kapatılabilinir ama asla yok edilemez.
Bu gerçekleri bildikleri halde halkıyla paylaşmayanlar ise içimizde yaşayan, toplumda saygın yer edinmiş bu aydın bozuntularıdırlar.
Bazı kürtçü Alevilerle beraber sonradan Alevi dedesi ünvanı alan Alevilikle ilgisi hiç olmayan yarzani Ali haydar cılasun gibi pkk propagandasını yapanlar, Aleviliği yukarı mezopotamya'nın ilk temel kültü olarak tarihi büyük ezdan'ın bir parçası olduğunu iddia etmeye başladılar.
İsminede Yarzanilik diyorlar.
Oysa tarihte insanlığa yön veren büyük ezdan diye ne bir inanç,nede bir uygarlık söz konusu.
Bunlar sadece Ehli-Hak'lar olarak bilinen,ilkesi takiye olaraktan çeşitli inançlardan aldığı inançsal olgularla yeni bir inanç yaratan Sultan Şahak isminde bir kişinin kurduğu yerel inançtan ibarettir.
Yarzanilik inancında kendini Allah'ın yerine koyan, yeryüzüne Allah'ın insan suretinde Sultan Şahak olarak geldiğini iddia eden kişinin doğumuda şöyle olmuştu; Nar ağacının altında bakire bir Kürt kızı uyumaktadır, ağaçtan meyveleri yemeye gelen kuş narı yerken bir tanesi Kürt kızının ağzına düşer. Nar tanesinden hamile kalan Kürt kızı Sultan Şahakı doğurur!!!
Bu inanç içinde İslami,İsevi,Musevi inanç önderleri ve bu inançlarda göksel varlıklar olan Cebrail,Azrail,Mikail ve İsrafil gibi meleklerin yerine yezdan inancı mensuplarının ileri gelenleri yerlerine geçtiğine inanılmaktadır.
Bu inanca göre Cebrail insan suretinde hala içimizde dolaşmakta !!!
Bu inanç içinde hulul anlayışının olmasından dolayı Allah'ta bir insandan bir başka insana hulul ederek insanlar içinde şu an bile gezinmekte.
Zamanında kendisinin Allah olduğunu iddia eden Sultan Şahak,büyük Türk hakanı Timur'un anadoluya gelemesinden galiba çok korkmuş olacakki Allah'ın yeryüzüne Timur'a hulul ederek geldiğini söylemişti.
Tabi ilkesi takiye olan Şahak'tan bu tür korku takiyeleri duymak doğaldır.
Pkk ise insanları ayrıştırmak için akıl ve mantık dışı bu tür inançlarla kendi uydurdukları tarihle yeni bir din yeni bir uygarlık yaratma peşinde.
Milli duyguları okşayan bu tür söylemlerle yandaşlarını bu medeniyetten baska hiç bir uygarlığa ait olmayanlar olarak uygarlıklar ve inançların hepsinin sadece ezdanın ürünüymüş gibi gösterterek Aleviliğide bu oyunlarına alet ediyorlar.
Oysa yukarı mezopotamya inançlarının temeli mö 2000 yıllarında Sümeri olan İbrahim peygamberin yukarı mezepotamyaya gelişinden sonra oluşmaya başlamıştı.
Ne yazıkki bu tür iddialarda bulunan Alevi kimlikli yazar Hamza Aksüt,iddiasını ispatlamak için bazı tarihi olgu ve kişi isimlerini kullanarak sözde Alevilik ama aslında yarzaniliğin tarifini yapmaktadır.
Yazısında Hamza aksüt şöyle iddialarda bulunuyor;
"Sanılanın aksine Hak erenlerinde ilk veri Güneş değil Ay’dır. Yukarı Mezopotamya’nın temel kültü Ay kültüdür.Ilahların Rabbi Ay Tanrısı Sin kültü hem Sogmatar’da, hem de Göbeklitepe’de ortaya çıkartılmıştır.Bildiğimiz gibi Ay,Ali’dir. Sekizgendir. Hem rahmandır, hem de rahimdir. Rahman baba, rahim anadır. Ay hem babadır, hem anadır. Sırdan gelip ışığını bize gönderdiğinde, hilalin adı şit’tir, Ali’dir, Naci’dir. Kendi kendini dölleyip dolunay olduğunda Ningal’dır, Fatıma’dır, Naciye’dir. Naci, Naciye’de sır olmuştur. "
Örnek olarak verdiğim yukardaki yazıda aklın kabul edeceği,bilimsellik ve tarihi gerçeklerle idrak edilebilecek hiç bir olgu yok.
Şu şöyledir,bu böyledir ben söyledim doğrudur cinsinden ay hem ana,hem baba oluyor,hem doğurandır hem doğandır gibi basit cümleler kurmuş.
Güneşte değilde ayda ikamet eden kim bu hak erenleri ???
İlahların rabbi olan ay tanrısı kim ? Ay tanrısına bağlı kim bu ilahlar ? Hiç bir isim ve veri yok.
Birde kendi kendini döllediğinde dolunaya dönüşüp Ningal oluyormuş !!!
Hamza aksütün tarihi tahrifatlarına tek tek ispatlarıyla cevap verecegiz.
Hamza Aksüt baştan "Ningal" sözcüğünün anlamını öğrenmesi gerekir.
Kimdir "Ningal" ?
Ningal tarihi bir kişilikmi yoksa bir olgumu ?
Hangi tarihte yasamış?
Hangi uygarlığa ait olgu veya kişilik ?
Bunları öğrendikten sonra Hamza aksüt bunları naci ve naciye sırrı yapmalı.
Ningal,Sümerlerin uruk hakanı Dumuzi'nin ( bu isim Akad ve Babillilerde Tomuz/Tammuz, Türkçede ay ismi olarak Temmuz, Tevratta ve İbrani takviminde ay ismi olarak Domuzus olmuştur) hayat arkadaşı olan İn Anna'nın annesinin ismidir.
Akadlarda İştar ismiyle aşk tanrıçasına dönüştürülen Dumuzinin eşi İn Anna Mö 4 bin yılından kalma uruk kentinde bulunan heykelinde, içinde Ab-u yaşam suyu bulunan bir kadeh tutarak betimlenmişti.
Sözcük ve isimlerin daha anlamlarını bilmeden,hangi uygarlığa ait kişi olduğunu araştırmadan Sümeri Ningal'ı ezdana ait bir kişi yapmış Hamza Aksüt.
Marcel Leibovici,Asur ve Babilde ay tanrısına dönüstürülen herşeyin yaratıcısı UD Tengri'nin UR kentindeki mabedinin isminin Sümer yazıtlarında " É-gıš-šır-gal " olarak verildiğini belirterek Bu isim Türkiye Cumhuriyeti kenti Urfa il sınırları içinde olan eski Haran'da "É-hul-hul " olarak kurulan mabetlerde yaşatıldığını belirtmektedir.
Sümerce "É-gıš-šır-gal" cümlesinde "E" Ev anlamına gelmektedir.
"GIS" sözcüğü Sümerce Guş/Kuş anlamına geldigi gibi Gün/Güneş anlamınada gelmektedir.
"gal" kalmak,yurt tutmak anlamına gelir.
Bu sözcüklerin bileşiminden mabedin ismi "kaldığımız,yurt tuttuğumuz, aydınlık,güneşli ev"anlamı çıkmaktadır.
Fransız ve batılı araştırmacılar bu tanımlamayı Fransızca "Maison de la Lumiere" Türkçesi "Işık Evi" olarak çevirmektedirler.
Ezdan'nın ilk temel kültü olarak Sümeri olgu ve isimlerinin kullanıldığı eski Kürt inancı olarak gösterilmeye çalışılan Alevilik tarihi tam'da Ibrahim peygamberin yukarı mezopotamyaya gelişinden sonra yapılan mabetlerin tarihiyle aynı döneme denk gelmektedir.
Üstelik o dönem yapılan mabetlerin ismi bile sümercedir.
Su saçmalığa bir bakın, Mö 4000 bin yılına ait İn Anna heykelinin bulunduğu uruk kentinde yaşamış İn Anna'nın annesi Ningal tarihi en geç m.ö. 2000 yıllarına dayanan bir dönemde inanç olarak kuzey mezepotamyada oluşmuş Ezdan'nın dolayısıyla onlara göre bütün inançların temel parçasını oluşturan kaynak ilah oluyor !!!
Birde bu inancın sadece burada oluştuğunu iddia ediyorlar.
Alevilerin kafalarını bulandırmak için yapılmış bilinçli bir tahrifattır bu ,yada yazar Hamza Aksüt yazdığı konulardaki olguların anlamlarını bilmiyor.
Sümerler bazı kent isimlerinde mukaddes anlamına geldiği için ön ek olarak "UR" sözcüğünü kullanıyorlardı.
Ne tesadüf değilmi Urukta yaşamış İbrahim peygamberin inancını getirdiği Urfa'nın ön ekinde de "UR" sözcüğü bulunmaktadır.
Tevrata göre İbrahim Peygamberin ismi Abram idi, taki Allah ona Abraham ismini verene kadar.
İbrahim peygamberin birde Halil ismi vardır.
Bu isimde aynı sümeri Enlil,Ninlil gibi son ekinde "lil" sözcüğü vardır.Bu sözcüğün anlamı sümerce rüzgar ve gök ile ilgili uzaydakı boşluk, göksel anlamları içerir.
Üstelik "lil" sözcüğü yazılış biçimiyle bile çok az değişikliğe uğramış olarak asırlardır Türkçede rüzgar anlamına gelen "yel" olarak kullanılmaktadır.
İsim sözlüklerinde "Halil" ismini arapca kökenli sözcüklerden oluştuğunu iddia eden dil bilimcileri acaba arapcada "lil" sözcüğünün olmadığından haberleri varmı pek emin değilim.
Abram isminin ilk hecesindeki "Ab" ekinede dikkat edilmeli.
"Ab" sözcüğünün derin anlamları vardır. 40 bin yıl önce Karakum Anu uygarlığında insanlığın ilk kağanı Atapa Tengri elinden Ab-u yaşam suyunu almıştı, Buradan göç eden sümerler ise Tengri AN'a addettikleri tapınaklarına ABSU ismini vermişlerdi.
"HUL" sözcüğü Sümerce sevinç,neşe anlamına gelmekteydi.
Sümerler "HUL-LA-NA" cümlesini bir şeyden veya olaydan sevindiklerini, hoşlandıklarını göstermek için kullanmışlardı.
Harranda kuruluşu bu döneme denk gelen mabedin adı,"neşe/sevinç evi" anlamına gelmektedir.
Büyük ezdan'ın temel kültü ve ilk mabetlerinin isminin sümerce olması,bu mabetlerin oluşmasına sebep olan insanın sümeri İbrahim peygamber olması kürtçü yazarların tahrifat ve sahtekarlıklarını gözler önüne sermeye yeterli delillerdir.
Tabiki Aleviliğin kökleri çok derinlere dayanmaktadır,inançsal yol olarak şah'ı Merdan İmam Ali'yi takip edenler anlamına gelen ismiyle Alevilik Ezdan'dan değil,s onradan yozlaşmış ezdan inanç olgularınında kaynağını oluşturan ezelden beri var olan Tengri inancından köklerini alır.
Haza Aksütün yazısındaki tespitler tahrifat ve çelişkilerle doludur .
Asurlular ve Babillerde tanrıça Sin olarak verilen isim Sümerlerde "hayatın Tanrısı" anlamına gelen " ZU- EN" sözcüğünden türetilmişti.
Mö 2150 yıllarında eski Sümer kenti Lagas'ta Tengri ,Sin ismiyle ay tanrısına dönüştürülmüştü.
Yani sümerlerde Tengri sıfatı "ZU-EN" Akadlarda "Sin" olarak değişikliğe uğramıştı.
Sümerlerde ise Mö 2600'lü yıllarına kadar Akadlar ve sonrası dönemlerde "aydınlık" tanrısı olarak inanılan "ay tanrısı,Ud yazılırken Dingir ekini koymuşlardı.
Üstelik sümerler UD sözcüğünü ID olarakta yazarak güneş ve ayı'da aynı biçimde yazmışlar ön ek olarakta Dingir/Tanrı tanımlamasını eklemişlerdi.
Sümerler "UD" sıfatında olduğu gibi "EN-ZU sıfatınada Tengri'yi ifade eden Dingir/Tengri anlamına gelen yıldız simgesini kullanmışlardı.Bu sözcük Tengri ekiyle okunduğunda "Bilge Tengri" anlamına gelmekteydi.
Çünkü sümercede Tengri'ye "EN-ZI sıfatı verilerek Tengri'nin "yaşamın Tengrisi, yaşam veren Tengri "olduguda belirtilmişti. EN-ZI sözcüğü yaşama vurgu olmasından dolayı Türkçede yaşamı uzatan, şifa veren bitkilerden çıkarılan sıvıya enzim denilmişti.Günümüz bilim dilinde enzim,canlı organizmalarda katalizör görevi gören bazı kimyasal maddelerin genel ismi olarak verilmektedir.
Bilimsel bir tanımlama olaraktan bu kökten türetilen birçok sözcüğede kaynak oluşturan kadim Türkçe bu sözcük, İngilizce ve Fransızcada Enzyme, Almancada Enzym, Yunancada Enzeo, Italyancada ve ispanyolcada Enzima olarak,aynı anlamlarla dünyada konuşulan bütün dillere girmiştir.
Bu inanç kuzey mezopotamyada oluşmuş ezdan kültü değildir,Sümerlerden Akadlara ve daha sonra yukarı mezopotamyada yaşayan milletlere özünden koparılarak,değişikliklere uğrayarak gelmiştir.
Bu saptırmalar ve tahrifatlarla Alevi inanç olguları isimlerini kullanarak başlı başına başka hiç bir yerde kökleri olmayan inanç yaratılamaz.
Ezdan inancının alıntılandığı Akadlar, Asur ve Babil lehçeleri olan eski aramice konuşuyorlardı.
Hamza Aksüt,Ünsal Öztürk gibi yazarların Aleviliği özünden koparmak için sipariş üzerine kitaplar yazmış olan,sahtekarlığı tescillendikten sonra hiç bir yerde görünmeyen misyoner Erdoğan Çınardan fazla bir farkları yoktur.
Bu bağlamda kuzey mezopotamya çıkışlı olduğu iddia edilen inancın, bütün inançların kaynağını oluşturduğunu söylemek pek mümkün değildir. Çünkü yukarı mezopotamya çıkışlı olduğu iddia edilen inancın kökeni Sümerlere dayanmaktadır.
Sümerler ise Orta asya Türkistanında tarihi 40 bin yıl öncesine dayanan ismi sonsuz mavi gök, Tengri anlamına gelen "ANU" uygarlığından göç ederek mezopotamyada ilk uygarlığı kuran insanlardır.
Mezopotamya daha taş devrini yaşarken Sümerler Mö 6000 yıllarında uygarlık kurarak insanlığın gelişmesine yararlı ilk buluşları keşfeden insanlardır.
Bu buluşlar nelermiş kısaca bir göz atalım.
Yazıyı icat ediyorlar,insanların belleklerini yazmalarını sağlıyorlar.
Sümerler yazıyı icat etmeden önce göç ettikleri Anu'daki gibi silindir damgalara nesilden nesile geçen hatta günümüze kadar ulaşan bilgileri binlerce silindir damgalara kazıyorlardı.
Bu silindir damgalar toprak hamur üzerinde çevrilince öykü resmedilmiş olarak görüntüleniyordu.
Aynı fotokopi işlevi gören bu damgaları Sümerler geçtikleri yerlerde öyküleri toprak hamur üzerine işleyerek insanları aydınlatıyor, bilgilendiriyorlardı.
Anu kaynaklı Tengri inancı silindir damgalar kullanılarak diger insanlara ulaştırılıyor,insanlar inançlarını ve geleneklerini bu olgular üzerine kuruyorlardı.
Fırat ve dicle üzerinde ilk gemiyi yüzdüren sümerler kerpiçle mezopotamyada sanatsal incelikle binalardan oluşan kentleri inşa eden ilk insanlardı.
Anu uygarlığından göç eden sümerler kerpiçle ilk binaları mezopotamyada yapmamışlardı.Türkmenistan Karakum'daki kerpiçle inşa edilmiş olan devasal kentler Sümerlerden daha önceki tarihlerde ataları tarafından inşa edilmişti.
Mö 8000 yıllarında orta asyada Samara kültürü olarak adlandırılan uygarlıkla sümerlerin ataları at'ı ehlileştirerek evcilleştirmişlerdi.Torunları Sümerler ise mezopotamya'da evcilleşen hayvanlara koştukları arabarların yürümesini sağlayan tekerleği bulan insanlar olarak tarihe geçiyorlardı.
Lakin yine sümerlerin göç ettiği ANU uygarlığındaki kazılarda tekerlekli araba minyatürleri bulunmuştu.
Sümerler tekerleği mezepotamyada değil,Türkistan Anu'da icat etmişlerdi.
Zaten Anu'da olan değerleri Sümerler mezopotamyada daha geliştirmişlerdi.
Eğitim düzenini kurmuşlardı,okullarda yetişen öğrencilere eşitçillik anlamına gelen demokrasiyi,hukuku öğretiyorlardı.
Alışverişlerde para kullanmayı,vergi düzenini ve tıp biliminide ilk yaşama geçirenler Sümerlerdi.
Zaman göstergesi saat'ın dakika ve saniye düzeninide ilk keşfeden insanlardı.
Arnold Toynbee "La grande aventure de l'humanité"(insanlığın büyük macerası) adlı eserinde çoğu bilim insanının aksine çok doğru bir tespitte bulunarak "Pretre-Roi"ların, yani değişik tanrıların değilde, Rahip/Bilge kağanların yönettiği kentleri mezopotamyada ilk kuranlarda sümerlerdi.
Sümerlerden önce Anu'da oluşan muhteşem uygarlık hakkında verilen bilgiler aslında yeni değildir, bizler yeni yeni bu bilgelere ulaşıyoruz.
Amerikalı jeolog ve arkeolog prof.Raphael Pumpelley (1837-1923). Türkistan´da ilki 1864-1865 yıllarında Akşabat kentine 5 km uzaklıktaki tarihi Anu kentinin iki kurganını kazmıştı.Kazı sonuçlarını “exploration in Turkestan” kıtabında yayınlayan Punpelley kitabında Türkistan´daki buğday ziraatının Mö 8.000, hayvanların ehlilesşirilmesini Mö 6.800-8.000 tarihlerinde olduğunu belirtmektedir.Kitapta Anu´un insanlık için önemi belirtilirken aynen söylenen: “Başlangıcı yer kürenin derinliklerine gömülü olan ve tepesinde iskeletler bulunan Türkistan Anu uygarlığının bu uzun geçmiş kültürüne baktığımız zaman mezopotamya ve Mısır kültürlerinden daha eski bir çağda 2.000 yıl devam etmiş olan bir uygarlık ile karşılaşmış oluruz.Daha başlangıçda evli barklı bir köy hayatı görünüyor,kadınlar iplik büküyor, dokuma yapıyor,ekip biçiyor, buğdayı,arpayı değirmen taşında ögütmeyi, fırınlarda ekmek pişirmeyi biliyorlardı,çömlekçilik sanatkarları kaplara şekiller veriyor, ıslak killerden kapların etrafına yer yer halkalar yapıyor,uzak zamanlardan miras kalan boyalarla üzerlerine şekiller çiziyorlardı,at'ın insan kontrolü altına alınmasının başlangıcını burada görüyorum”.(R. Pumpelley, Expploratins in Turkestan , t-1, p-49).
Punpelley'in 140 yıl öncesindeki bu tespitlerini arkeolojik bulgularla gerçekliğini dahada pekiştiren bilgileri Rus arkeolog Victor İvanoviç 1974 sovyetler birliği zamanında Türkmenistan karakum Anu/Göksuriler uygarlığı kalıntıları olan devasal kentleri bulmuştu.
Zamanının kısıtlı imkanlarına rağmen tek başına kazılar yapan İvanoviç daha sonra Italyan Ligabue institüsiyle iletişime geçerek Türkmenistan devletininde yardımlarıyla İtalyan Arkeolog Gabriela Rossi Osmida önderliğinde Türkmen antropolog ve arkeologlarla birlikte bilim insanları 10 yıl süren çalışma sonucunda,2004 yılında bu uygarlığa ait örfsel ve inançsal olguları gün yüzüne çıkarmışlardı.
Anu uygarlığına ait bu devasal kent ve mezarlıklarda Tengri tasfirleri olan kadın heykelciklerinin yanı sıra ilk defa 4O bin yıl öncesine ait Tengri'nin ilk kağanı Atana/Atapa avrupa dillerinde Etana heykelciğinide karakum kazılarında bulunmuştu.
Ansiklopeleri hazırlayan avrupalılar çoğu zaman işlerine geldiği gibi bilgi veriyorlar.
Açın bir ansiklopedi, veya googelden araştırın Türkçe güneş anlamına gelen Almanca sunne, İngilizce sun, Fransızca soleil sözcüklerinin kök anlamlarını.
Sadece Latince veya eski Yunanca kökenli denilip geçiştirilmiş olduğunu göreceksiniz.
Latincenin Hint-Avrupa-İrani dillerden evrilmiş bir dil olduğunu biliyoruz.
Latince kökenli olduğu yazılan güneş anlamına gelen " Sun" veya "Soleil"in neden gerçek kök anlamlarınının verilmediğini tahmin etmek hiçte zor değildir.
Bir sözcüğün kökeninde eksik veya geçistirilmiş bilgi görüyorsanız, bilinki bu sözcüğün kökeninde Türk unsuru bulunmaktadır.
Avrupa dillerinde güneş anlamına gelen sun, sunne, soleil ve yaz mevsimi anlamina gelen İngilizce "Summer" almanca Sommer'in kökeninin zirve anlamına gelen "Sümer" sözcüğünden türetilmiş olduğunu bilmek için özel bilgi edinmeye gerekte yoktur.
Türklerin ön ataları olan, günümüz Türçesinde kullandığımız yüzlerce sözcüğün aynı biçimde, aynı anlamlarla, eklemeli yazım özellikleriyle Sümer yazıtlarında da olması ve Sümerlerin karakumdan göç eden Türklerin ön ataları Göksuriler olduğu tarihi belgelerle ispatlanmış olması, bu tür saptırmalara neden olmuştur.
Üstelik Türkmenistan karakum mezarlıklarında incelenen iskeletlerin günümüz Türki milletlerle aynı özellikleri taşıyan, aynı ırktan insanlar olduğuda Antropologlar tarafından ispatlanmıştı.
Kökeni Türk, Türki dil konuşan, Türklerin doğup büyüdükleri Altaylardan çıkmış, Karakumda bronz çağının en gelişmiş, en ileri uygarlığını kurmuş, anadolu ve ortadoğu daha taş devrini yaşarken bu bölgeye isim vererek mezopotamya uygarlığının temelini oluşturan, tarihleri millattan önce 10 binlerce yıl öncesine dayanan Türklerin ön ataları "Sümer"lerin isminden türedilmiş bu sözcükler Latince kökenli tanımlamar olarak gösteriliyor !!!
10 binlerce yıl önce Altay'da üç kutsal dağa "üç Sümer"
(Tengriye ulaşılan zirve,doruk) ismi verilmişti.
Samarkand kentinin sonundaki kand eki Türkçe taştan yapı anlamına geliyor. Bu kentin önündeki Samar sözcüğü mezepotamya uygarlığı kurucularının ismi olan, Sümer sözcüğüyle aynı kök sözcükten türetilmiştir.
Irak'ta bulunan Samara kentide Sümerlerin kurduğu uygarlık kentidir.
Latinlerin ve Latincenin geçmişi 2.500 yılı geçmez. 40 bin yıl öncesinden süzülerek oluşmuş inançsal örfün ürünü olan Sümerlerin mezopotamyaya sekiz bin sene önce gelmiş olmaları zaten bu sözcüğün Latince olmadığını gösteriyordu.
Latinceden binlerce yıl önce söylenmeye başlanan bu millet isminden türetilmiş sözcüklerin Latince kökenli tanımlamalar olduğunu iddia etmek akıl dışıdır.
Ama bunada bir çare buldular.
Julius Oppert isimli bir Fransız Sümerceye hiç bir dille akrabalığı olmayan soyut dil savını ortaya atmıştı. Aryanist ırkçı felsefeyle yetişmiş bir kısım batılı araştırmacılar bunun böyle olduğunu, hala günümüzde şiddetli biçimde savunmaktalar.
Oppert gibiler Sümerlerin Anu'dan gelen insanlar olduğunu gösteren binlerce delil olmasına rağmen, hala Sümerleri nereden geldikleri konusunda uydurmada olsa hiç bir bilgi vermeden, hala denizden gelen insanlar olduğunu savunmaya devam ediyorlar. Başka türlüde yapamazlarki !!!
Konusunda en büyük uzman olarak kabul edilen Samuel Noe Kramer tarihi Sümerlerle başlatıyordu.
Sümerlerin Anu'dan göç eden insanlar olduğunu kabul etmek Hint-Avrupalı olmayan Türklerin atalarının inanç, kültür, efsane,yazı,tıp,göksel bilim(astronomi), 12 burç, zaman göstergesi saat,dakika yani aklınıza ne geliyorsa o şeylerinde kaynağını olusturduğunu kabul etme olacağı için Sümerleri bilinmeyen bir yerden, denizden veya uzaydan, olmadı yerden mantar gibi bittikten sonra buharlaşan bir kavim olduğu yalanlarında israr etmeye devam etmek zorundadırlar.
Başka ne yapabilirlerki ???
Kutsadıkları haç bile Sümerlerin simgesiydi...
Diğer milletlerin Sümer uygarlığının 3 bin yıl etkisi altında kaldıkları için inanç,örf ve efsanelerini bu uygarlık olguları üzerine kurmuş olmaları bile aryanizm ırkçılığıyla küflenmiş beyinlerini saplantılarından çıkaramıyordu.
Çin devleti sınırları içinde bulunan doğu Türkistanda yaşayan Uygurların bile Sümerceyle ortak yüzlerce sözcükleri aynı tanımlamalara gelen özellikleriyle kullanıyor olmaları, Fransız Julius Oppert gibiler için galiba tesadüf eseri olmuştur.
Bu tür insanların esas sorunları başka.
Günümüz Türkçesini konuşan herhangi bir insan, ismini ilk defa duydugu "Barat Anna" sözcüğünün ne anlama geldiğini üç aşağı beş yukarı anlar.
Fransız Oppert gibileri esas rahatsız eden Fransızca kök anlamı olmayan lakin Türkçe anlamları olan bu Sümeri kadınımızın kuzey Fransada yaşayan Bretonların ana tanrçası olarak onların inançlarının ve efsanelerininde ana kaynağı olmasıdır.
Wallans Druits'leri Britanya adalarına Barat Anna inancını getirmişlerdi.
Britan'ya ve Kuzey Fransa bölgesi olan Bretagne sözcüğü adı baştan, Brit An/Brit Anna'ya sonra bu bölge adları olan Bretagne dönüşmüş olduğunu galiba biliyordiki Fransiz Oppert bu nedenle bu tür yalanlara baş vurdu.
Şimdi Sümerlere neden kendilerine has soyut ölü dil konuşan insanlar denildigini daha iyi anlamış oluyoruz.
Ta ezelden beri var olan Tengri ismi ön Türklerde ve hala günümüz Türklerinde mutlak varlık Allah tanımlaması olarak kullanılıyor olması, Dünyada oluşan efsanelerinde kaynağını Tengri inanç olgularının oluşturması, Kilise ve kendilerini üstün aryanlar olarak niteleyen batı dogmalarını yerle bir etmektedir.
İşte bunun içindirki Sümerceye hiç bir dille akraba olmayan, soyut ölü dil demek zorundadırlar.
Elbet bir gün gerçekleri bütün insanlık öğrenecek.
İşte o zaman ne Vatikan ve siyonist dogmaları, nede üstün seçilmiş ırk anlayışı olan aryanizm ırkçılığı kalacak.
Julius Oppert gibiler gerçekleri bir müddet gizleyebilirler ama asla yok edemezler.
Eninde sonunda yıkılan dogmalarının enkazı altında ezilmeye mahkumdurlar.