Hz Adem ve Hz Havva yaratılışına dair tarihi gerçekler ve yalanlar.

Hz Adem ve Hz Havva yaratılışına dair tarihi gerçekler ve yalanlar.
Adem'in varoluşu.
 
Baştan Adem insan ismi değildir, bizzat Adem tanımlamasının sözcük anlamı insan/insanlık demektir.
Bu tanımalama günümüz türkçesinde kullandığımız Adam tanımlamasıyla aynı kökten gelmektedir.
Fransızcada ise ilk insan veya insanlık anlamına gelen Adem sözcüğünün yazılışı Türkçe "Adam" tanımlaması gibi yazılmaktadır.
Türkçede kullandığımız "Adam" sözcüğü bir insana, bir topluluğa veya bir ulusa vurgu değildir. Adam tanımlaması, oluşumunu tamamlamış, düşünen, aklını çalıştırabilen ,varlığını sorgulayabilen mükemmel varlık anlamında diyebiliriz.
Kuran bakara 30'a göre Allah yeryüzünde kendine bir temsilci yaratacağını sörlüyor.
Melekler şaşkınlıkla orada bozgunculuk ve kan dökecek birinimi yaratacaksın, biz senin varlığını zaten onaylıyoruz diye buna karşı çıkıyorlar. Meleklerin Allah ile senli beli konuşarak insanların yeryüzünde yapacakları eylemleri bilmeleri ve pazarlık etmeleri ilginç..
Kuran'a göre Allah Adem'i eşiyle birlikte cennette kalmalarını diledikleri kadar orda yemelerini fakat belirttiği bir ağaca yaklaşmamalarını söylüyor.
Bakara 36,37 ayetlerinden edindiklerimize göre cennette Adem'e şeytan vesvese veriyor ve Allah'ın yasak ettiği ağacın meyvesini yedikten sonra yeryüzüne gönderiliyor.
Allah Adem'i affediyor fakat Araf suresi.13,14,15,16, 17, 18'de şeytan'la karşılıklı konuşmasında, şeytan insanları kandırmak için izin istiyor, Allah izin veriyor. şeytan'ın kandırdıklarını cehenneme gondereceğini söylüyor !!!
Araf suresinden anladığımıza göre Adem cennette yasak meyveyi bir müddet yemiyor.
Sonra insanları kandırması için Allah'ın iznini alan şeytan devreye giriyor ve Adem'i kandırıyor. şeytana izin veren Allah Adem'in hatasını cennette affetmiyor ve insanların birbirine düşman olmalarını sağlamak için yeryüzüne indiriyor.
Neden dost olarak değilde düşman olarak !!! 
Bu ayette şeytan'la insanları kandırması için pazarlık yapan, ona izin veren Allah'ın Adem'in yakarışından dolayı dünya da affetmiş olsa da Adem cennetten kovuluyor ve Allah'ın emriyle çocukları birbirlerine düşman oluyor.
Sorulması gereken soru;
Adem cennettemi yaratıldı yoksa yeryüzündemi?
Homo sapiens olan Adem'in cennette yaratıldığını varsayarsak ilk insan Adem'in milyarlarca yıllık evrim sürecinde oluşan değişik insan ırklarının atası olmadığını söylemiş oluruz. Kaldiki değişik insan ırkı olan, bizim gibi Homo Eraktüslerden evrilen Neandertaller bizim ırkımızdan, yani Adem'den önce yeryüzünde varolmuşlardı.
İlk insan olduğu kabul edilen Adem Kuran'a göre yaratılıyor ve ondan da eşi yaratıldıktan sonra Cennete konuluyor, sonra işlemiş olduğu hatadan dolayı dünya ya gönderiliyor fakat homo eractüsler yeryüzünün değişik bölgelerinde homo sapiensler olarak evrilmiş olmalarından dolayı Adem'e ilk insan da diyemiyoruz.
Homo Sapiensler olarak isimlendirilen bizim gibi insan ırkınını varoluş tarihi 200 bin yıl öncesine dayanmışken semavi kitaplarda adı geçen peygamberler sinsilesinden yola çıkarak ilk insan olduğununa inanılan Adem'e ulaşanlar en son m.ö. 4 bin yıl geriye gidebilmektedirler.
Oysa bizim gibi düşünen, yargılayıp sorgulayan, aklını çalıştırabilen insan ırkının oluşumu 200 bin yıl öncesine gidiyordu. 
Kuran'da Adem ile ilgili kesin bir tarih verilmezken eski Ahit Tevrat'tan ve yeni Ahit İncil verilerinden yola çıkan Hiristiyan din bilimcileri dünyanın yaşınında ancak 15 bin yıl olduğunu iddia etmişlerdi.
Oysa evrenin oluşmasını sağlayan büyük patlama 14 milyar yıl önce, evrenin başlangıcından sonra devam eden oluşum sürecinde yaşadığımız yer küre 4.5 milyar yıl önce biçimlenmeye başlamıştı.
Dünyanın 4.5 milyar yıllık varlığında ilkel yaşam ise tahminen 3.5-3.8 milyar yıl önce oluşmaya başlamıştı.
Tevrat'ta ise dünyanın 6 günde yaratıldığı yazmakta !!!
Kuran Hud suresine göre yer ve gök 6 günde yaratılıyor. Fusilet 9,12'ye göre ise ilk baştan yaşadığımız yeryüzü 4 günde yaratılıyor, sonra Allah sis halinde olan göğe yöneliyor ve 2 günde evreni yaratıyor !!!
Kuran'da sayısı bilinmeyen binlerce peygamberin gelip geçtiğinden söz edilmesinden dolayı, adı geçen peygamberleri sürerek Ademe ulaşarak bir tarih çıkarmakta mümkün değildir.
Ms 325 yılında pagan kral Konstantin tarafından yazdırılan yeni Ahit'ten yola çıkarak gerçek  bilgiye ulaşmak ise olanakansızdır.
Böyle bir derdi, ne de kaygısı olmayan Konstantin'in amacı yahudi geleneğinden gelen İsa öğretisi ve Tengri inancı öğretisi karşısında yok olmak üzere olan pagan inancını tekrar yaşatmaktı, bunda gerçekten başarılıda oldu.
Omurgası güneş kültü olguları olan bu inançtan yola çıkarak dünyanın ve Adem'in yaşı belirlenebilir, fakat bunlar asla bilimsel gerçek veriler olarak kabul edilemez.
Tarihte de olduğu gibi bilimsel bulguların sürekli karşısında olan Vatikan, bilimsel araştırmalar yapan insanları şeytanla işbirliği yapan sapkınlar oldukları gerekçesiyle haklarında verdiği fetvalarla bilim insanlarının bir kısmını idam etmiş, bir kısmınıda zindanlara atmıştı.
1564 yılında ölen ünlü İtalyan fizikci ve astronomi uzmanı Galile Galileo'da Vatikan'ın tutuklattırıp bir müddet hapise attığı kişidir. Vatikan Papa'sının yargıç olduğu, konsillerden oluşan savcılar huzurunda hatalı olduğunu söylemesinden sonra Galileo ancak özgürlüğüne kavuşabilmişti.
Sonuçta canını kurtarabilmek için dünyanın yuvarlak olmadığını ve kendinisin hatalı olduğunu söylemek zorunda kalan Galileo, kendisinin inançlı bir insan olduğunu ve bu bilgilerin inançlara zarar vermeyeceğini, aksine yararlı olduğunu söylemesine rağmen konsili ve Vatikan Papa'sını ikna edememişti.
Çünkü İncil 24:1'de dünya yüzeyinin dümdüz olduğu açıkca belirtiliyordu.
49:36'da ise ufkun dört köşe olduğu ve yine dünyanın düm düz olduğu yazıyordu.
4 asır sonra bilimin karşında darmandağın olan dogmalarından dolayı 1982'de Papa Jean Paul Hiristiyanlık adına Galileo'dan özür dilemek zorunda kalmıştı.
Şu saçmalığa bir bakın, katolik inancına göre yeryüzünde Allah'ın tek temsilcisi olduğuna, Allah'ın sadece onunla konuştuğuna ve asla hata yapmayacağına inanılan Papa, 400 yıl öncesi Papa'nın fetvasından dolayı özür diliyor !!!
Bunun anlamı; Tanrı 400 yıl önce bana yanıldığını söyledi, onun adına özür diliyorum demektir !!!
Galileo gibi bilim insanlarını önce sapkın ilan eden Vatikan yakında bu insanları aziz ilan ederse hiç şaşırmayın, çünkü Vatikan baştan sapkın olarak lanetlediği kişileri asırlar sonra aziz ilan etmiştir.
Vatikana göre Tanrı önce yanılıyor, İncil'deki söylemlerini eleştiren insanları sapkın ilan ediyor, diri diri yakılmalarını emrediyor. Daha sonra aracısı/elçisi olan Papalar ile yanıldığını söyleyerek özür dilenmesini emrediyor !!!
Jeanne Dark buna en güzel örnektir. Vatikan önce Jeanne Dark'ı odun üstünde diriri diri yakmıştı, günümüz Papası Benedikt ise onun azize olduğunu ilan etti !!!
Vatikan, şeytanla işbirliğine girdi diye yaktığı bir insanı daha sonra azize olduğunu ilan ediyor !!!
Hiristiyanlık inancı tarihinde sürekli emrettiği katliamlardan sonra pişman olan, sürekli hata yapan ve sonra özür dileyen bir Tanrı betimlenmesiyle karşı karşıya kalıyoruz !!!
İnsanlara şirin görünmek için takiye üstüne takiye yapan Vatikan aslında döktüğü kan içinde boğuluyor fakat insanlara şirin görünebilmek adına şeytani kurnazlıklardan da vazda geçmiyor.
Dünyanın yuvarlak ve güneş etrafında döndüğünü ve evrenin merkezi olmadığını çağının bilimsel verilerini kullanarak kanıtlayan Galileo'dan Vatikan'ın özür dilemesinin aslında hiç bir anlamı yoktur, samimide değildir.
Vatikan'a göre dünya evrenin merkezinde, düz ve sabittir ve bütün evren dünya'nın etrafında dönmektedir.
Vatikan İncilden edindiği bilgilerle bu iddialarını devam ettirmek zorundadır.
Vatikan'nın dogmalarını terketmesi demek İncili red etmek anlamına geldiği için bilimsel tespitleri inkar etmek zorundadır.
Bir daha bilimsel tespitler yapmayacağını ve yanılmış olduğunu söyleyen Galileo meydanda diri diri yakılmaktan kurtulmuştu. Galileo'dan özür dileyen Papa ikinci J.Paul, Jeanne Dark'ın Azize olduğunu ilan eden Papa Benedikt hernedense 1548 Nola doğumlu Köpernik'in yolundan giden Girardano Bruno'yu ağızlarına bile almıyorlar.
Aradan beş asır geçmesine rağmen Bruno'nun diri diri yakılmış olmasından Vatikan hala pişmanlık duymuyor !!!
Bruno, evrenin merkezinde sabit düz bir dünyanın olmayacağı gibi bilimsel verilerinin yanında, dünyanının yaratılmış olamayacağını, Meryemin bakire olmadığı gibi felsevi düşünceleri kiliseyi rahatsiz ediyordu.
Yıllarca süren yargılanma sürecinde kirli düşünceleriyle insanları kandıran devlet düşmanı hain damgası yiyen Bruno, yargılanmasını yapan Venedik konsiline "itiraf edin siz benden daha çok korkuyorsunuz" sözünden  çekinen konsil gerçektende çok korkmuş olmalı ki, kent alanında yakmaya götürdükleri Bruno'nun önceden dilini kestirmişti.
Galileo ve Bruno davası gibi Vatikan'a bağlı kiliselerin bir çok kirli olay ve katliamları vardır.
Fazla ayrıntılara girmeden Hiristiyanlığın en karanlık dönemlerinde kadınların yaban otlarından hazırladıkları iksirleri büyücülük ve vebanın sorumluları gerekçesiyle başlattıkları cadı avıyla yüzbinlerce kadın ve doğanın verdiği nimetlerden yararlanarak vebaya ve hastalıklara şifa arayan insanlar şeytanla işbirliği yapan sapkınlar oldukları gerekcesiyle meydanlarda kaynar kazanlar içinde haşlanmış, yada diri diri yakılmıştı.
Avrupayı kasıp kavuran veba salgınının nedeni sadece kadın ve kedilerdi vatikana göre !!!
Oysa bu insanlar açlıklarını gidermek ve veba salgınına derman arıyorlardı.
Veba salgınının önüne geçmek için çesitli bitkilerin enziminden derman arayan bir çok insan kilise tarafından şeytanla işbirliği yapan sapkınlar oldukları gerekçesiyle engizisyon mahkemelerinde işkenceye tabi turulmuşlardı.
Aynı Vatikan, Hiristiyan insancını red eden, milyonlarca  Afrikalı zenci ve Amerika yerlilerini öldürerek ruhlarını şeytanın elinden kurtardıklarını iddia etmişti.
Bu tür eylemlerini İncil'den çıkardıkları ayetlerin verilerine göre yapmış olmalarından dolayı bilimsel tespitleri red eden İncilin, Adem ile ilgili verilerine inanmamak ve güvenmemek gerekir.
Günümüz İncil'i Tanrı'ın sözleri değil, kral Konstantin'in sözleridir.
Son dönemde Türkiye'de Saidi Nursi takipçileri olan Harun Yahya(Adnan oktar) ve Fetullahçılar gibi sözde dindar kişiler, insanlığın ve evrenin nasıl oluştuğunu anlatmak için uydurulmuş Emevi, Abbasi hadislerinde fazla bilgiye ulaşamadıkları için sürekli yeni ve eski ahitlerden alıntılar yaparak zarlayı zorlayı, bilim kurku öyküleriyle yaratılışı anlatmaya başladılar.
Kaynağı yalan, temeli çürük olan bu anlatımlar, insanları doğruya değil karanlıklara sürüklüyor.
Ne gariptirki bazı İslami web siteleri Adem konusunu işlerken kaynak göstermeden İncil'de ve Tevrat'ta geçen öyküleri bire bir anlatmaktadırlar.
Kuran'da Adem'in eşi Havva'nın nasıl yaratıldığına dair hiç bir vurgu bile yazmazken, İslami bilgiler verdiklerini söyleyen bu insanlar, Havva'nın Adem'in sol kaburgasından yaratıldığını iddia etmektedirler.
Bu insanlar İslam adı altında insanları bilim kurgu öyküleriyle oyalayarak, gerçekleri görmelerini engellemektedirler.
Kuran'da Ademin eşi olduğuna dair Havva'nın adı bile geçmez.
İnananlar şunu iyi bilmelerilerki, Adem ilk insan değildir.
Adem bir kişi ismide değildir.
Hacı Bektaş veli'nin " ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır" sözünü M. Kemal Atatürk "Hakiki mürşid ilimdir" diyerek onaylamıştır.
İmam Ali "ilim Çin'deyse bile gidin alın" demişti.
Dini verilerde Adem ile ilgili sunulan bilgilerin kaynakları çok zayıftır, inanılması güçtür, bilimsel bir dayanakları yoktur.
Bu nedenle Ademe ilk insan diyemeyiz
"Adem" sözcüğünün kök anlamlarından bir insan isminin olmadığı görülmektedir.
Kuran'da Allah "siz" diye çoğula vurgu yaparak varlığın topraktan veya minarellerden yaratıldığını söylüyor.
Havva ile ilgili yaratılış konusunda Kuran'da hiç bir bilgi geçmemesinden dolayı yaratılışı ilgili dinsel hadis söylemlerinin bilimsel ve Kuran'sal olmadığını da söyleyebiliriz.
Kuran Al-i imran 34, Meryem 58 surelerinde peygamberler sürecinin Ademle başladığı Nuh'la devam ettiği kesin bir dille belirtilmektedir.
Ademle ilgili bilgiler Tevratın tevsiri diyebileceğimiz "Midrash"ta verilmektedir.
Midrash'ta Adem tanımlaması şöyledir;
"Edam" ED = dünyanın merkezi, DAM = Kan, ruhun tahtı.
Mö 600'lü yıllarında yazılması biten Musevilik inancının kitabı Tevrat peygamberi Musa efsanevi bir kişiliktir.
Günümüze kadar arkeolojik araştırmalarda, eski Mısır tarihinde Musa ve sürgün ile ilgili tarihi hiç bir veriye ulaşılmamıştır.
Égyptologie/eski Mısır tarihinde uzaman olan Christiane Desroches Noblecourt'e göre Musa/Moïse ismi (Mes= çocuk, Mesy= dünya ya getirmek)  olarak aynı ThotMES, RaMES gibi mısırlılarda tanrısallık söylemleri olan sözcüklerden türetilmişti. 
M.ö.1350 yılında kilden yapılmıs yazıta yazılan Mısır krallığının Kenan/Filistin garnizon komutanı Amarna, mektubunda ülke sorunlarını anlatmış ama sürgün ve İbraniler ile ilgili hiç bir konuya değinmemişti.
Tevrat verilerine göre 600.000 bin ailenin Filistine yerleştiklerini Amarna'nın görememesi olanaksız.
Ramses zamanında Mısıra ilk gelen İbrani olan Yakub'un 12 oğlu, bir kızı ve 54 torunu vardı. Tevrat, Sürgün 12.40, 12.4 göre İbraniler Mısırda 430 yıl kalmışlardı.
Zamanında bir insanın yaşam süresini ortalama 30 yıl olduğunu göz önüne alırsak 15 nesil sonra sürgün olmuştu. 54 aileden 600.000 aileye 15 nesil sonra nasıl ulaşmış oluyorlar !!!
Bu bir mucize değilse sallama oluyor tabiki.
Aile başına 4 çocuk eklenince 3.600.000 gibi astronomik İbrani sayısı çıkıyor ortaya. 
Oysa  o zamanda eski Mısır'ın tamamında yaşayan insanların sayısı ancak 2.800.000'di.
600.000 aile sayısı ise inkarda edilemiyor, çünkü Tevrat, çölde sayım bölümü 1:16'da 600.000 sayısı verilmiş.
Ne tuhafki Firavun ordusunun boğulduğu iddia edilen yerde 25 yıldır yapılan aramalarda ne bir kılıça, ne at arabalarına nede 3.600.000 kişinin göç ettiklerine dair hiç bir ize rastlanılmıyor.
(L'épigraphiste) Eski uygarlık yazıtlarında uzman olan Andre Lemaire şunları söylüyor; "genellikle Mısır sürgününü İsrailliler atalarının büyük göçü olarak anlatırlar. Yahudiler için en önemli tapınaklardan olan Silo/Kenan çevresinde yapılan kazılardan çıkan sonuca göre M.ö.1200 yıllarında burada sadece 3.800 kişi yaşamıştı."
Silo'da yaşayanların yahudi olduklarıda belli değil.
M.ö.2350 yıllarında yaşamış Akad kralı Sargon'un ölümünden 300 yıl sonra anlatılan efsanevi yaşam öyküsü  Musa'ya uyarlanarak bire bir Tevrat'ta anlatılmasıda eklenince bize Musa'nın ve Sürgünün mitolojik hayal ürünü olduğunu gösteriyordu.  
Tevratta, İncil'de ve Kuran'da anlatılan yerler ve uygarlıklar zamanında anlatılan olaylardan yola çıkan bilim insanları Musa Peygamberin Mö 1300 yıllarında doğmuş, M.ö. 1200 yıllardında vefat etmiş olabileceği bilgisine ulaşmışlardı.
İlk İsrail oğulları krallığını kuran Davud peygamber ise ,M.ö. 1000 - M.ö. 962 arasında yaşamıştı.
Oysa "Adem" ismi Museviliktende önce M.ö. 2000'li yıllarında, Lübnan, Suriye bölgesinde oluşmuş "Ugarit" uygarlığının kapsadığı akdeniz sahilinde o dönemden kalma yazıtlarda tanımlama olaraktan geçmekteydi. Sümer çivi yazısıyla yazılmış yazıtlarda insanlık anlamına gelen "Adam" tanımlaması Museviliğe buradan, Ugaritlerden geçtiği görülmektedir.
Mö 2350 yılında Sümer kentlerini ele geçiren Akadlar da Sümer çivi yazısını kullanmaya devam etmişlerdi, fakat bu tarihten sonra bölgede Akad dili konuşulmaya başlanmıştı. Sümerce yavaş yavaş terkedilsede mezopotamya da ilk uygarlığı kuranlar olarak yazıyı, sanatı, edebiyatı, inancı getirenler olmalarından dolayı Akadlar Sümerceden bir çok sözcüğü ve inanç olgularını almışlardı.
İbrani ve Arapların konuştukları sami dili ilk baştan Aramice olarak Akadların konuştukları Babil ve Asur lehçelerinden evrilerek oluşmuştu.
Akadlardan  Ugaritlere, Ugaritlerden de İbranilere girmiş olması "Adem/Adam" tanımlamasının İbrani gelenekten gelmediğini gösteriyordu.
Tarihte bilinen ilk yazım dili Sümercedir, Sümerler çivi yazısını kullanmadan önce Türkmenistan Karakum Anu'da inançlarını ve önemli olayları görsel olarak silindir damgalara kazımışlardı.
Sümer uygarlığının son bulmasından sonra Akadlar ve Elamlılar Sümer çivi yazısını kullanmaya devam etmişlerdi.
Ugaritler ve eski Persler gibi farklı dilleri konuşan resimsiz yazım kökenli özellikleri olan diğer uygarlıkların yazımları sümer çivi yazımı kökenlidir.
Görsel çizimlerle her nesneye bir simge yerine konuşulan dildeki seslere bir harf vererek yazılışın ve okunuşun çok daha kolay olmasından dolayı Sümer çivi yazısı Sümerlerden sonra binlerce yıl kullanılmaya devam edilmiş, logosuz yazımlarında kökeni olmuştu.
3.000 yıl Sümer uygarlığının etkisi altında kaldıktan sonra oluşmuş bu uygarlıkların Sümerceden ve Sümer inancından etkilenmemeleri de olanaksızdır.
Sümerlerden sonra oluşan Akad uygarlığının, inançsal insan Tanrı'larını oluşturan kişilerin geneli Gök Tengri inancının kağanları olan insanlar veya meleke olarak adlandırdığımız göksel varlıklardır.
Mö 2000 yıllarından kalma Sümer çivi yazısıyla yazılmış Ugarit yazıtlarında "Adem/Adam" tanımlaması "insanlık" anlamında Museviliğe geçmesi bu sözcüğü  tam anlamıyla Ugaritlere ait bir tanımlamada yapmaz, çünkü Adam/Adem tanımlaması Sümerlerde de vardı.
Adem/Adam tanımlaması Sümercede  "Atapa"/"Adam"  Türkçe Atam anlamında  eski ataya  vurgu olarak kullanılmıştı. 
Hun Türklerinin büyük kağanı Atilla'nın ismide Adem/Atapa kökenlidir ve aynı anlama gelir.
Sümerlerin göç ettikleri Anu, Karakum'da bu tanımlamanın tarihi 40 bin yıl öncesine dayanmaktadır. Anu silindir damgalarında Atana/Atapa, Tengri'den yaşam suyunu alan ilk insan olarak betimlenmişti.
İster Kuran'da olsun, ister Sümercede eski ata'ya vurgu olarak insan anlamında Ugaritçeye geçsin, ister Ugaritçeden Museviliğe ruh taşıyıcısı insan anlamında geçsin, Adem tanımlamasının anlamı ilk insana değil, Tanrı tarafından sorumluluk verilen ilk insana vurgudur.
Kuranda Allah insanlıktan bahs ederken, sizler önceleri değersiz birer canlılardınız der. Bu belki ilk, ilkel homo Sapienslere vurgu olabilir, belkide homo Neandertallere veya öncesine vurguda olabilir.
Her ne olursa olsun, insan ırkının bir atadan türediğini bilim insanları ispatlamışlardı.
1.8 milyon yıl önce varolmuş homo Erektüsler, iki ayak üstünde yürüyen insanların ataları olarak Afrika dışında  kanıtsal olarak ilk defa orta asyada meydana çıkmışlardı. Aynı tür Erectüs omurga kalıntılarının Pekin ve Cezayir'de bulunmaları bu türün dünyaya yayılıklarını, yada aynı atadan oralarda evrildiklerini gösteriyordu.
Son dönemlerde Çin'de, Endenozya'da ve Kafkaslar'da bulunan omurga kalıntıları genetik olarak 1.8 milyon yıl önce var olmuş homo Erektüslerle ortak genleri taşımaktaydılar. Bu genleri modern insan olan homo Sapiensler ve 28 bin yıl önce biolojik varlıkları son bulan homo Neandertallerde taşımışlardı.
Bu bilgiler Darwin kuramlarını da çürütmektedir. Darwin kuramlarına göre insan ırkları en az 500 farklı canlıdan evrilerek var olmuşlardı. Oysa bilim bütün insan neslini bir ataya dayandırmaktadır.
Burda bir konuyu belirtmekte yarar var.
Hep denilir ya insan maymundan evrildi diye, oysa bu söylem doğru değil, insan ırkı ve maymun ırkları aynı atadan evrilen canlılardır.
14 milyar yıl öncesine dayanan başlangıçta dünya'nın oluşum süresi 4.5 milyar yılda evrilerek dünya ve insanlık bu seviyeye geliyor ve daha ileri bir seviyeye doğru  evrilerek ilerliyorsa bu devam eden bir evrim sürecinin olduğunu göstermektedir.
Tarihi dinsel verilerden, bilimsel gerçeklerden insanlık sürecine bakıldığında Adem'e Tanrı tarafından ilk sorumumluluk verilen insan diyebiliriz sadece. Yaratılış veya varoluşları ile ilgili bizim ırkımız olan homo Sapienslerin geçmişleri en fazla 200 bin yıl öncesine dayanmaktadır, bu veriyi temel alırsak ilk sorumluluk verilen Adem'in geçmisini ancak 200 bin yıl öncesine götürebiliriz.
Amerika kıtası hariç, dünyanin çeşitli bölgelerinde homo Erektüslerden evrilen insan ırkı belli bir bölgede oluşmuş/yaratılmış tek insan değildi. 
Bu bilgilerin verilerinden Havva'nın Adem'in kaburgasından veya Adem'den yaratıldığını iddia etmekte imkansızdır.
Adem ve Havva'nın çocuklarının insan neslini devam ettirebilmeleri için kendi aralarında cinsel ilişkiye girdikleri gibi saçma iddialarda bulunmakta doğru değildir. Çünkü ilk ilahi sorumluluk yüklendiği iddia edilen ilk insan zamanında başka insanlarda, hatta homo Neandertal ve öncesinde Erectüsler gibi ırklar vardı.
Günümüz biliminin bulgularına göre homo Erektüslerin ataları hayvan göçlerini takip ederek dünyaya Afrika kıtasından yayılmışlardı. Dünyanın çesitli bölgelerine yayılmış homo Erektüslerden evrilerek Çin'de Pekin insanı, Endenozya adalarında Java insanı, Afrika'da siyah tenli insanlar, Avrupa ve Orta Asya'da homo Neandertaller ve beyaz tenli insanlar varolmuşlardı. Oluşum sürecinde 250 bin yıl önce varolmuş, bilinmedik bir nedenden dolayı 28 bin yıl önce biolojik varlıkları son bulan homo Neandertalların beyinleri homo Sapienslere göre daha az gelişmiş, kas ve alın çıkıntı kemikleri daha iriydi. Dil altında konuşmalarını biraz zorlaştıran kemik çıkıntısı vardı, bacak ve kol kemikleri uzunluk olarak  bizlerden farklıydı.
Homo Neandertaller beyinsel olarak az gelişmiş olsalarda seslerle birbirleriyle iletişim kurabiliyor konuşuyorlardı, taştan ve kemikten yaptıkları silahları kullanıyor, giysi giyiyor, boya kullanıyor, mağarada yaşıyor, hatta ölülerini gömüyorlardı.
Homo Sapiens özellikleri taşıyan ilk insanın Adem olduğunu varsaysak bile Adem'den öncede farklı özelliklerde insanların olmasından dolayı Adem'e ilk insan diyemeyiz.
Üstelik Portekizin Lapedo vadisinde bulunan bir çocuğun beden kemik kalıntıları homo Neandertallerle homo Sapienslerin özelliklerini taşımaktaydı. Bu bize iki farklı özellikleri olan insan ırklarının cinsel ilişkiye girerek ürediklerini göstermektedir.
Bu açıdan bakılınca, Adem'in ilk homo sapiens olduğunu varsaysak bile Adem'den önce varolmuş insan türlerinin olması ve bu iki farklı insan türleriyle çoğaldıklarını gösteren bilgilerinde olması, insan neslinin Adem'in çocuklarının kendi aralarında yaptıkları evlilikle çoğaldılar, insan ırkı bu biçimde oluştu kuramını çürütmektedir.
Adem ve Havva'dan önce başka türde olsa farklı insanların olması, bu çiftten doğan çocukların kendi aralarında cinsel ilişkiye girmiş olmalarından insan neslinin bu iki çift'in çocuklardan türemiş olduğu iddialarını ve Havva'nın Ademin kaburgasından yartılmış olduğunu iddia eden dinsel söylemleride çürütmektedir.
Kuran'da ise Araf 189. O, odur ki, sizi bir tek canlıdan yarattı, eşini de ondan vücuda getirdi ki, gönlü buna ısınsın. Eşini sarıp kucaklayınca o, hafif bir yük yüklendi de bir süre onu gezdirdi. Ağırlaştığında ikisi birden Rablerine şöyle dua ettiler: "Bize iyi huylu, yakışıklı bir çocuk verirsen yemin ederiz, şükredenlerden olacağız." Yazmaktadır !!!
Kuran'da Allah, Ademi ilk sorumluluk verilen akıllı varlık olarak göstermesinden yola çıkarsak, Ademin homo Eractüs veya homo Neandertal olmadığı görülecektedir.
Bu köksel bilgilerde Neandetalleri saymazsak Adem'in, ilk sorumluluk verilen, aklını çalıştıran, düşünen, sorgulayan bir insan olaraktan geçmişi en fazla 200 bin yıl öncesine dayandığı görülmektedir.
Hiristiyan ve Musevi dinbilimcileri, Tevrat'ın  yaratılış bölümünden yola çıkarak sinsile olarak Nuh peygamberden 10 nesil sonra Ademe ulaşmaktadırlar.
Bu veriler Adem'in 4-5 bin yıl önce varolduğunu göstermektedir !!!
Bu din bilimcilere göre dünyanın yaşının 14 bin yıl olması zaten bu tür tespitlere inanılmasını imkansızlaştırıyordu.
Adem'in akıllı, düşünebilen, varlığını sorgulayan, sorumluluk kaldıracak bir varlık olduğu için ilahi emanetleri taşımaya layık, sorumluluk üstlenen ilk insan diyebiliriz sadece.
Adem'den önce farklı insan ırklarının olması, Adem'in eşi Havva'nın, yani kadının semavi dinlerdeki gibi Adem'in kaburga kemiğinden veya Adem'den yaratılmadığını gösterdiği gibi Adem'in çocukları ikiz doğdu, ayrı yumurta ikizi kardeşler birbirleriyle evlendiler ve insan ırkı bu biçimde türedi kuramı bilimle bağdaşmayan müslüman din bilimcilerinin saçma söylemleri olduğunu göstermektedir.
Tarihi yazıtlardan edindiklerimize göre varlığını sorgulayan ilk insanla başlayan inanç süreğini Tanrı tarafından seçilen temsilcilerin sinsilesiyle devam ettiğini Kuran'da  görmekteyiz.
Kuran'da Allah binlerce nebilerle insanların uyarıldığını söyler.
Varlığını sorgulayan ilk insanla devam edegelen bu sinsileyi Kuran, Kevser suresinde görmekteyiz.
Allah, Kuranda Hz peygambere; " biz sana kevseri verdik" diyor.
Bu sure müslüman olmayan Mekke'lilerin Peygamberin yaşayan erkek evladı olmamasından, oğularının küçük yaşta ölmelerinden sonra nesli kesik diye alay ve hakaret etmelerinden sonra inmişti.
Bu surede hz Muhammedin peygamberlik sinsilesinin çok öncelere dayandığını ve İmam Ali'nin oğulları İmam Hasan ve Hüseyinle devam ettiğine vurgusunu görüyoruz.
Kevser, simgesel anlamda Cennette, Hz Muhammed'in başında olduğuna inanılan havuz anlamına geliyor.
Alevi nefeslerinde bu olguya "Muhammed kevser saki Ali'dir" diye  sinsilenin devamına vurgu yapılır.
Alevilik inancında bu sinsilenin 12 İmam'larla devamına inanılır. Seyitler olduğu idda edilen insanlardan el alan Babalar ve Dedelerle bu sinsilenin devam ettirildiğine inanılmaktadır.
Bu anlayış Kuran'sal bir gerçektir, çünkü Allah Ali imran 33'de "Gerçekten Allah, Ademi, Nuhu, İbrahim soyunu ve İmran soyunu alemler üzerine seçkin kıldı" der.
Buradaki seçkinlik yahudilerdeki gibi Tanrı'nın seçtiği üstün ırk anlayışı değildir diye düşünüyorum . Öyle olmuş olsaydı Sümeri olan Nuh ve İbrahim peygamberlerden dolayı Sümerlerinde seçkinler olduğunu kabul etmemiz gerekirdi.
Geçmişi 40 bin yıl öncesine dayanan Atana/Etana'nın neslinden diyeceğimiz, aynı nesilden olmasa bile inançsal olarak Sümer damga ve yazıtlarında Nuh ve İbrahim peygamberlerin bu  inancı devam ettiren nebiler olduğu gerçeği göz önüne getirilince insanlığın ilk kağanı Atana'nın Tengri elinden aldığı Abu yaşam suyu ile Kuran'da Allah'ın son elçisi Hz peygambere biz sana kevseri verdik söylemi dahada bir anlam taşıyor.
Bu surede Allah'ın ezelden beri var olan  inancında görevlendirdiği ilk temsilci olan Adem/Atana'nın aslında yaratılmış ilk insan değilde Allah tarafında görev verilen ilk insan olduğu görülecektir.
Tengri'nin ilk kağanı Atana'nin Tengri elinden neslini devam ettirebilmek için aldığı Abu yaşam suyu ile son temsilcisi Hz Muhammed'e Mekke müşriklerinin nesli kesik diye alay etmeleri sonucunda üzülme, biz sana kevseri verdik demeleri arasından 40 bin yıl geçmesine rağmen iki anlatımın bu kadar birbirine ilişkin olması bizlere varsa Hak inancının hiç bir zaman insanlıktan ayrı olmadığını gösterdiği gibi değişik Peygamber/kağanlar'la insanları gerçeğe ve güzele ulaştırdığınıda gösteriyordu diyebiliriz.
Bu benzerlik o kadar belirginki, Atana erkek çocuğu olmadığı için Anu anlatımlarında binek olarak kullandığı kartal ile Tengri katına çıkıyor, orda Tengri'nin armağanı olarak neslini devam ettirebilmesi için simgesel olarak Abu yaşam suyunu alıyor.
Hz Muhammedin'de erkek çocuğu olmuyor ve müşrikler tarafından nesli kesik diye alay ve hakaret ediliyor, bu yakıştırmaya üzülen ve içerleyen Peygambere Allah, üzülme biz sana kevseri/Abu yaşam suyunu içenler sinsilesini verdik diyor.
Kevserin simgesel olarak Peygamberin başında bulunduğu havuz ve saki'nin İmam Ali olması dahada anlamlı. Burda Hak inancı temsilcilerine simgesel olarak verilen kevser söyleminde İmam Ali'nin oğulları olan İmam Hasana ve Hüseyin'e vurgu yapılmaktadır. Peygamberin nesli İmam Ali ile devam ettiği için bu yüzden İmam Ali'ye Kevser havuzu başındaki saki denilmişti.
Kuran, Ali imran 34'de Allah; Adem, Nuh, İbrahim peygamberlerin isimlerini bir önceki ayette saydıktan sonra "Bir zürriyet olarak birbirinden gelmişlerdir. Allah her şeyi işitendir, bilendir" der
Aralarında 40 bin yıl var, inançsal belleklere kazılan Abu yaşam suyu olan Kevser tanımlaması ve inançsal simgelerin anlamlarının aynı olması Atana'nın ilk sorumluluk verilen insan olduğunu gösteriyor.
Kuran'sal dayanağı olmayan, bilimsel gerçeklik arzetmeyen, günümüzde milyonlarca insan İbrani kökenli yanlış tanımlamaların mutlak gerçekler olduğunu zannediyor. Binlerce yıl öncesinden kalma yazıtlar, 40 bin yıl öncesine dayanan anlatımlarda Atapa/Atana/Adem'in ilk insan değilde Tengri tarafından sorumluluk verilen ilk insan olduğunu ve Adem'in eşi Havva'nın Adem'in sol kaburgasından yaratılmadığını ve insan neslinin üremesi için değişik yumarta ikizleri kardeşlerin birbirleriyle evlenmediklerinide gösteriyordu.
40 bin yıl öncesi inançsal öykülerin anlatıldığı damgalar ve yazıtlar, günümüzde tarikat ve cemaatların saçma sapan dinsel olgular diye işledikleri konulardan daha gerçekçi ve az da olsa Kuran'saldır.
 
İbranice Eve, Arapça Havva olarak ilk insan Adem'in eşi olduğuna inanılan Havva, eski Ahit'te anlatılan yaratılış öykülerinde ilk kadın olarak algılansada Musevi ve Hiristiyanlara göre ilk kadın değildir.
Yaşam anlamına geldiği iddia edilen Havva tanımlamasının İbrani yazıtlarında yeralması ve hakkında değişik görüşlerin ortaya atılması, araştırmacılar ve din bilginleri dünyasında tartışma yaratmıştı.
Çünkü bu tanımlama İbranice bir sözcükten gelmiyordu. Bu ismin Musevi ve Hiristiyanlık inancında Adem'in ilk eşi olduğuna inanılan Lilith gibi İbranilerde olmayan olgulardan alıntılandığını gösteriyordu.
Tevrat 2.7 : "Sonsuz olan Tanrı, insanı dünyanın tozundan yarattı" Bu tanımlamada Sümer efsanelerinden alıntılanmıştı, İbranice "Toz"a "tit" denilir, Sümerlerde ise "Ti it" yaşayan anlamına gelmekteydi.
İbranice toz anlamına gelen "Tit" tanımlamasının bile kökeni Sümercedir.
Tevrat 2:14, göre insanlar aynı Tevrat yazarları gibi ortadoğuda, fırat nehri kenarında yaratılmıştı, tesadüfe bakın !!!
Araplar ise Adem'i Arapların atası yapabilmek için çeşitli öykülerle Kabeyi inşa eden ve Adem'in arap yarımadasında vefat ettiği yalanını yaymışlardı.
İbranilerin ve Arapların aksine homo Sapienslerin ataları Afrikadan dünyaya yayılarak çeşitli bölgelerde homo Erectüslerden evrilmişlerdi.
Lilith ise Sümer yazıtlarında anlatılan Gılgamış destanında kutsal Hulupu ağacının dalları arasında evinde yaşayan "gök yüzünün bakir saf, temiz kızı" anlamına gelen "Kısıkıl lilla" Akadlarda "Lilitü" ismiyle diğer Sümeri olguları gibi değişikliğe ugramış, kötülüklerin anası olarak betimlenen destanımsı bir varlığa dönüştürülmüştü. İbraniler ise Akadlardan aldıkları bu tanımlamayı Lilith ismiyle baştan Adem'in ilk eşi, sonra yılan kılığında Havva'nın kandırılmasını sağlayan sapkın bir kadına dönüştürmüşler, sonrada hakkında insanın miğdesini bulandıran uyarlamaları Tevrat ve kabalalarına yazmışlardı.
Tevratta anlatılan yaratılış öykülerinde Tanrı, insanı kendi görüntüsünden yaratmıştı.
2500 yıldır Havva'nın Adem'in  kaburgasından yaratıldığı inancı günümüzde akla,bilime ve mantığa uygun olmamasından dolayı gerçekliğini yitirmek üzereyken bu inaçsal söylemlerinden kurtulmak için Vatikanın imdadına gene Sümerler yetişti.
Hiristiyanlık ve Yahudi inancında Adem ve Havva ile ilgili öykülerin bire bir Sümer yazıtlarında anlatılan Enki ve Ninhursag arasında geçenlerin öyküsü edildiği destandan alıntılandığını Sümerologlar meydana çıkarmışlardı.
Enki ve Ninhursag ile ilgil destanın anlatıldığı yazıtlarda, dünyada olduğu anlaşılan İbranice Eden cenetti, Sümer yazıtlarında Dilmun olarak geçmekteydi. Üstelik Ahitlerde anlatılan öykü, Sümer yazıtlarındaki gibi aynı yer, aynı ırmak, aynı acı, kadının yaratılışı dışında  benzer olgu öyküler anlatılıyordu.
Sümerler için cennet, ölümün ve hastalığın olmadığı, Dilmun isminde kusursuz bir ülke idi. Fırat ve dicle ırmaklarının ortasında bulunan bu kusursuz ülkede kadınlar sancısız doğum yapıyor, aslanlar öldürmüyor, kurtlar kuzuları yemiyordu. Sadece yaşamın, barışın ve huzurun olduğu bu yerde yağmur yağmıyor, yer altından çıkan buhar bahçeleri suluyordu.
Sümer yazıtlarında anlatılan efsanede, Enki ile Ninhursag Dilmun cennetinde muhteşem sekiz bitki yetiştirirler. Bitki meyvelerinin tadlarını merak eden Enki, bitkilerin meyvelerinden yer. Enkinin bu tutumuna sinirlenen Ninhursag Enki'ye lanet eder. Ölüme terk edilen Enki'nin bedeninin sekiz yerinde hastalıklar oluşur.
Dilmun ülkesinde bir tilkinin kendisi için değilde Enki için Tengri'ye dua etmesi sonucunda Ninhursag tekrar acı içinde kıvranan Enki'nin yanına gelir ve hastalıklarını iyileştirmesi için sekiz iyilik perisi yaratır.
Burada ilginç olan Enki'nin kaburgalarını iyileştirecek olan perinin isminin Ninti olmasıdır.
Sümerce "Nin" kadın "ti" kenar,kaburga anlamına gelmesinin yanı sıra "ti" sözcüğü yaşatmak anlamına da geliyordu.
Sümerce iki anlamı olan bu sözcükten "kaburga kadını" ve "yaşatan kadın" anlamları çıkıyor.
Babillilerden kulaktan dolma duydukları inanç efsanelerini Sümerce bilmemeyen ibrani rabinler yanılmaları sonucunda inançlarınıda ilk baştan yanlış zemine oturtmuşlardı.
Sümerlerde hatayı yapan Enki'yi affeden Ninhursag, sevginin ve aşkın gücüyle Enki'yi ölümcül hastalıklarından tekrar yaşama döndürmüştü. Sümerce bilmediklerinden dolayı çeviriyi yanlış yapan İbraniler kulaktan dolma söylemlerinde etkisiyle kadının erkeğin kaburgasından yaratılmış olacağını düşündükleri için Havva'yı Adem'in kaburgasından yaratıldığını Ahitlerine yazmışlardı.
Tevrat'ın eski Ahit olarak yeni Ahitle beraber İncili oluşturmasından dolayı Hiristiyanlarda bu biçimde iman etmişlerdi.
Sümer Dilmun/Cennet anlatımlarından yararlanan İbraniler efsanedeki olguları bire bir kopyalayarak tevratı oluşturan 5 kitaptan ilki olan Yaratılış bölümü Tekvine yazmışlardı.
Bunlar;
Yaratılış 2:5-6 Cennete yağmur yağmaz, bahçeyi sulamak için yer altından buharlar çıkar.
Yaratılış 2:9 Cennet Fırat ve dicle ırmakları arasındadır.
Yaratılış 2:16-17 Bu bahçenin meyvelerinin bazıları ölüme sürükler.
Yaratılış 3:16 Cennette kadınlar sancısız doğum yaparlar.
Yaratılış 2:21-22  Kadın erkeğin kaburgasından yaratılmıştır.
Sümer ve Akad yazıtlarının çözümlenmesinden sonra yazıtları okuyan bilim insanları, inançlar üzerine daha kapsamlı araştırmalar ve çalışmalar sonucunda eski ve yeni Ahit'in genelinin Sümer efsanelerinden ve Akadlarda değişikliğe uğramış olgulardan ibaret olduğunu gördüler.
Günümüzde ise Vatikan Havva'nın Adem'in kaburgasından yartılmamış olacağını Sümer yazıtlarındaki çevrilerden öğrenerek patavatsızlıklarını göstermektedirler.
Birde hiç utanmadan asırlar sonra Sümer yazıtlarından tekrar yararlanarak reform üzerine reform yaparaktan Havva'nın Adem'in kaburgasından yaratılmamış olasığını söyleyerek İncil'de bunlar yazmıyor iddiasinda bulunuyorlar.
Yukarda verdiğim Tevrat'ın ilk bölümünü oluşturan "yaratılış" anlatımları İncili oluşturan eski Ahit bölülümü değilde ne pekiyi !!!
Lilith'in yaratılışı ile ilgili Vatikan temsilcileri cılız sesleriyle İncil'de böyle şey yok demeyede başladılar, Lakin 1956 yılında İncil konusunda en uzman kişilerce çevrisi yapılan Fransada en yaygın, en açık İncil olarak görülen Kudüs İncil'inde, 1800-1882 yıllarında yaşamış İngiliz Protestan John Nelson Darby İncil'inde ve 1970'de İncil'in çevrisini yapan André Chouraqui İncil'inde Lilith'in geceleri musallat olan bir yaratık olduğu yazıyordu...
İncil'i oluşturan eski Ahit Tevrat'ta, Enlil ve Ninhursag efsanesinden esinlenen çölden yeni çıkan, ileri uygarlıkla yeni tanışan bedevi ibraniler Havva'nın Adem'in kaburgasından yaratıldığını açık biçimde babil sürgününden önce (m.ö. 587) Musa'nın anıları olduğuna inanılan Yahwist bölününede yazmıştılar.
Kendi bedevi efsanelerini dahada zenginleştirmek için Sümeri "Kısıkıl lila" ya Akadların Lilitu olarak yaptıkları yozlaşık tanımlamaları dahada bir zenginleştirerek Lilith'i  Adem'in ilk eşi yapmışlardı.
Ama bu tanımlamalarda gitmeyen birşeyler vardı !!!
Adem'in kaburgasından yaratılan ilk kadın Havva olduğuna göre Lilith nasıl Adem'in ilk eşi oluyordu !!!
Adem'in kaburgasından yaratılmamış olan Lilith nasıl dünyaya gelmişti ?
Chabat(şabat) günününde her gün okunan Tevratın başlangıcında Lilith'in Cehennem tozundan yaratılmış dişi bir şeytan olduğu yazıyor.
M.ö. 180 yıllarında yazılmış, hakaret ve iftiralarla dolu "Ben Sira yazımlarında (ben sira alfabeside denilir)" midraşh isimli  yahudi kabalasını(tasavvufunu, düşüncesini) oluşturan kitapta ise şunlar yazmaktadır; "Lilith, Adem gibi aynı topraktan yaratıldığı için kendisinin Adem gibi aynı seviyede olduğunu düşünür. Sevişirken Adem'in altına yatmayı istememesinden dolayı büyük kavgalar sonunda Tanrı'ın sonsuz ismini söyledikten sonra kanatları çıkar ve Adem ve Eden cennetini terk eder. Adem'in Tanrı'ya yakarmasından sonra Lilith'i ikna etmeleri için Tanrı üç melek görevlendirir, lakin Lilith geri dönmeyi istemez, meleklerin önerilerini geri çevirir. Lilith hem kendisiyle barışmak isteyen erkeğin, hem de Tanrı'ın tekrar erkeğin egemenliğine girme emrini red etmiştir. Cezalandırmak için Tanrı Lilith'ten doğacak olan bütün çocukları doğumlarında ölüme mahkum eder. Çaresiz kalan Lilith intihar etmek üzereyken melekler doğacak olan çocukları sünnet çağına varan süre içinde Lilith'e öldürme gücü verirler. Bu süre erkekler için sekiz, kızlar için yirmi gündür. Lilith sonra şeytan Samael ile karşılaşır, onunla evlenir ve Jehanum vadisine yerleşirler. Öcünü almak için Lilith Ademi cennetten kovulmasını sağlayan yılan kılığına girer, sonra Kabil'in Habili öldürmesini sağlar. Çocuklarının birbirlerini öldürmesi sonucu Adem Havva ile 30 yıl cinsel ilişkiye girmez. bu zaman sürecinde toprağa düşen Adem'in spermlerinden Lilith şeytanlar doğurur."
Eski Ahitin ilk bölümü olan yaratılış kıssasında Havva Lilithin eminde olan "Na'hash isimli yılanın kandırması sonucunda iyi ve kötülük ayrımına vurgu bilgelik ağacının yasak meyvesini yiyor. Daha sonra bu meyveyi Ademe yedirmesi sonucunda işlemiş oldukları günahtan dolayı ölümlüler olarak Eden cennetinden kovuluyorlar.
Bu öykününde nereden alıntılandığıda ortada.
40 bin yıl öncesi tarihi olan Anu uygarlığında Atana/Etana öykülerinin anlatıldığı damgalarda kartal ve yılan anlatımları vardı.
Bu öykülerde, Insanlara daha Tengri tarafından sorumluluk verilmediği bir çağda yaşam ve bilgelik ağacında kartal ve yılan barış içinde yaşamaktaydılar.  Bir gün kartalın beyninde kötü düşünceler oluşur ve yılanın yumurtalarını yavrularıyla yemeye karar verir.
Yumurtalarını kaybeden yılan öcünü almak için Tanrı'dan yardım ister. Tanrı yardım eder ve bir hayvan leşinin içine gizlenmesini söyler. 
Leşi yemeye gelen kartala leş içinde saklanan yılan saldırır .
Kartaldan intikamını alan yılan, yaralı kartalı bir çukura atar.
Kartal ile yılan öyküsüne vurgu olgular Gılgamış destanında, Sümer yazıtlarında da anlatılmaktadır.
Gılgamış destanında Uruk kenti hakanı Dumuzi'nin eşi İn Anna selden kurtardığı ve sonra bahçesine diktiği Hulupu isimli ağacın kökleri arasında hiç bir büyünün işlemediği, yavrularıyla yaşayan yılan yuvası ve Hulupu ağacının gövdesinde kartal ve aslan bileşimi olarakta betimlenen ünlü fırtına kuşu "İn-Gugu" yaşamaktadır.
Bu ağacın dalları arasında evi olan Akad ve İbranilerin Lilith isimli şeytani varlığa dönüştürdükleri "Kısıkıl Lilla" gök yüzünün bakir saf kızı da yaşamaktadır.
İn-Gugu sözcüğünün anlamı gerçekten muhteşemdir.
"İn" tanımlaması Tengri'nin pirine/kağanına vurgudur "Gugu" saka kuşu, serçe kuşu gibi tanımlamalardaki benzerlik gerçekten şaşırtıcı. Bu sözcükten "Tengri'nin kuşu" anlamı çıkmaktadır.
Anu uygarlığından kalma damgalarda anlatılan bu öyküler insanlık kadar eskidir. 10 binlerce yıl sonra dilden dile dolaşarak çeşitli eklemelerle başka anlamlar yüklenerek uygarlık inançlarına ve örflerine girmişti.
Damgalarda anlatılan yaşam ve bilgelik ağacında başta barış içinde beraber yaşayan yılan iyilik, kartak kötülük olarak betimlenmişti. Bu aynı biçimde Sümerlerden alıntılanarak eski Ahit'te iyilik ve kötülüğe vurgu bilgelik ağacına dönüştürülmüştür.
Kartalın yavrularıyla yılanın yumurtalarını yemesi sonucunda Tanrı'nın yardımıyla öcünü alan yılan, kartalı yaşam ağacından kovarak bir çukura atma öyküsünü İncil ve Tevrat'ta anlatılan Adem ve Havva'nın yasak meyveyi yemeleri sonucu cennetten kovulma öyküsünde de görmekteyiz.
Sümer yazıtlarında ve karakum damgalarında Adem/Atana ile ilgili bir sürü bilgi olmasına rağmen Adem ve Havva'nın işlemiş oldukları hata ile ilgili  cennetten kovulduklarına dair bir bilgiye henüz ulaşılmamıştır.
Belkide damgalarda anlatıldı, lakin bu damgaları okuyan bilim insanlarından henüz bu konuda bir bilgi edinilememiştir.
Karakum Göksuri damgalarında ve Tengri inancını taşıyan eski Türklerde yaşam ve bilgelik ağacıyla ilgili öykülerde Adem'in, yani insanın işlediği günahtan dolayı insanların kirlediğine dair bir iz  yoktur.
Kuran, Taha:116-117-120'de Allah Adem ile ilgili bölümde cennette olduğu anlaşılan bir ağaçtan söz ediyor. Taha: 120'de şeytanın Ademe "Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" diye bahsi geçen ağacın Allah'ın dokunulmasını yasak ettiği, barış ve yaşam ağacı olduğu anlaşılmaktadır.
Anu, karakum damgalarında bu ağaç ile ilgili efsanede insanların henüz varolmadıkları bir çağda barışı ve yaşamı simgeleyen ağacın öyküsü anlatılmıştı. Gılgamışın destanda ölümsüzlük iksirini simgeleyen ağacı aramasıyla ölümsüzlüge erişme arayışının öyküsünde Ereşkikal isimli şeytan, ağacın cehenneme düşmesini sağlar. Gılgamışın hüsrana ugraması sonucunda can yoldaşı Enkidu cehenneme inerek ağacı tekrar yeryüzüne çıkarma girişimi sonucunda orda,cehennemde yaşamını kaybetmiş olması anlatımları, Gılgamışın Tengri'ye isyanını göstermektedir.
Destanda can yoldaşını kaybeden Gılgamış uğraşından vaz geçer. Arkadaşının tekrar gelmesi için o dönem ilahi güçleri olduğuna inanılan kağanlara ve göksel varlıklara yalvarmış yakarmış, lakin hiç birinden cevap alamamış, hepsi sessiz kalmışlardı.
Taki An-nu-na'nın Absu tapınağında duaları kabul olan Gılgamış, Enkidu'nun ruhuyla konuşur.
Destanda duaların, Abu yaşam suyunu içenlerin ve yerin ve göğün tek hakimi Dingir anlamlarına gelen An-nu-na tapınağında kabul olması daha anlamlıdır.
Gılgamış destanı ile ilgili bölümde öykü daha kapsamlı verildiğinden dolayı ayrıntılarına girmeden destanın sonlarında Enkidu'nun Gılgamışa Tengri'nin taktirinden kaçılamayacağından, onun emir ve yasaklarına uyulması anlatılır.
Sümer yazıtlarında, Kuran'da da  konusu edilen şeytanın Adem'e sonsuzluk ve çökmesi olmayan saltanatı simgeleyen ağacı aramanın sonuçsuz bir uğraş olduğunu, şeytana uyarak Allahın taktirinden kaçılamayacağı anlatılmaktadır.
Kuran'da  Adem Allah'ın yasağına uymaz, dokunulmasını istemediği ağaca dokunur, zalimlerden olur. Daha sonra Adem, Allahtan aldığı söylemlerle af dilediği ve af edildiği yazar.   
Kuran'dan anladığımıza göre öyle veya böyle şeytanda Allaha isyan ederek sonsuzluğa kavuşmuş olmakla beraber kendi çapında bir üne ve saltanata sahip olmuştur.
Gılgamış destanı efsane olmasına rağmen Adem/Atapa ile ilgili ip uçları vermesi, ilk insan olarak algılanan Adem peygamberinde buna benzer bir kandırmayla hüsrana uğramış olması olasılıklar arasındadır, lakin böyle bir bilgiye Anu damgaları ve Sümer yazıtlarında şimdiye kadar ulaşılmamıştır.
Gılgamış'ın ise Tengri'den aldığı kağanlık ünvanı yoktur, ilk insanda değildir. O sadece Ur kentinde belli dönem hakanlık yapmış tarihi efsanevi bir kişidir.
Kuran'da bahsi geçen şeytanın Adem'e çökmeyen saltanat vurgusunu Gılgamış'ın yaşam ağacıyla bir taht yapma ve ölümsüz olma isteğiyle örtüşmesini Gılgamış'ın isyan ederek ölümsüzlük bitkisini veya ağacını aramaya çıkma öyküsünde görmekteyiz.
Gılgamışın Sümeri olması ve aynı Adem peygamber gibi aynı vaad, aynı olgularla şeytan tarafından kandırılarak Tanrı'ın emir ve yasaklarına karşı gelmesinin aynı biçimde anlatılıyor olması, bize  Sümer öykülerinde de Atana'nın bu tür bir hata islemiş olacağına dair şüphe versede buna benzer bir bulgu Sümer ve Anu yazıtlarında şimdiye kadar bulunamamıştır.
Buna benzer olguları sadece kartal ve yılanın yaşam ağacı ile ilgili öyküsünde görmekteyiz
Anu uygarlığından son temsilcileri Türklere kadar samimi ve iyi huylu,bir ana gibi şefkatli, insanlara yaşamında iyilik ve güzellik, öldükten sonrada cennetinde yaşatan Tengri'ye kötülerin ve zalimlerin cezalandırıcısı olarak inanılmasının aksine Allah,İsevi, Musevi ve bir kısım İslami anlatımlarda  Adem'in işlemiş olduğu günahtan dolayı, günahsız masum bütün insanlara ızdırap çektirten, zalim bir ilah olarak karşımıza çıkmakta.
İsevi ve Musevilerde bu korku ve zalimlik o kadar abartılmıştıki, kadınların doğum yaparken çektikleri sancının bile Havva'nın hemcinsleri olmalarından dolayı Havva'nın yasak meyveyi yemesinden kaynaklandığını iddia etmişlerdi.
Oysa Anu'daki damgalardaki öykü bu biçimde anlatılmamış,  bu biçimde inanılmamıştı.
Efsanede ilk günahı islemiş olan kartal, Tengri'nin ilk kağanı Atana sayesinde işlemiş olduğu günahlardan kurtulmasına bir fırsat verilmiş, Atana'yı Tengri huzuruna çıkartmış olmasında görmekteyiz.
Tengri inancında bu ilk günahtan dolayı kartaldan hariç kimse bu bedeli ödemek zorunda bırakılmamış, aksine Tengri'nin kuşu olarak bilgelik ve yaşama vurgu Hulupu ağacında barış içinde yaşadığı Sümer yazıtlarında anlatılmıştı.
Kuran'da ise Adem'in işlediği günahtan dolayı kimse ne günahkar nede kirli ilan edilmiştir, Adem Allah'tan özür dilemiş ve kabul edilmişti fakat özrü kabul edilen Adem  ve sonradan olacak çocukları birbirlerine düşman olmaları için dünya ya sürülmüştü !!!
Hiristiyanlık ve Musevilik inancında ise bu inançlardan olmayanlar Lilith'in doğurduğu, şeytanın zürriyetinden gelen sapkın insanlar olduğuna iman edilmektedir.
Yani Adem'in işlemiş olduğu günahtan dolayı İsa'nın kendini feda etmesi bile bizi kurtaramıyor.
Kurtulmak için güneş kültü olgularının anlatıldığı yeni ahit'e, Babil efsanelerini araklayarak kendilerine uyarlayan ibranilerin yazmış oldukları eski ahite bile iman etmemiz bizi kurtarmıyor.
Musevilere göre bizler Lilith'in zürriyetinden gelenleriz, geçmişi tekrar geriye döndürerek Havva'dan doğmamıza olanağımızın olmamasından dolayı rabinlerin yazdıkları Tevrat'ında oluşturduğu İncile iman edersek ancak kurtuluşa erebiliriz !!!
Vatikan için bu kadar kolay...
Birde İncil ve İsa etrafında toplanarak ancak insanlık kurtulur diye fetvalar veren Prensilvanyada Cia korumasında yaşayan hoca efendinin fetvasınınıda göz ününe getirdikten sonra kurtuluş dahada kolay oluyor.
Kurtuluşumuz ancak, Sümerlerden Akadlarda tahrifata uğrayarak geçen Tengri inanç olgularını araklayarak kendilerine uyarlayan İbrani rabinlerin söylemlerininde anlatıldığı, Ms 325'de pagan kral Konstantin'in yazdırdığı İncile iman etmekten geçiyor!!!
 
Kuranda Allah, Araf 189'da insanın bir nefisten/özden yaratıldığını ve aynı öze vurgu olarakta ondan da eşinin yarattığını söylüyor.
Lakin insan ırkı bir atadan gelsede bizim gibi insanların farklı yerlerde evrimleştiği ve zamanında da başka insan ırklarıyla eşleşmiş olmaları  gerçeği Adem'den eşinin yaratılma ihtimalini zayıflatıyor.
 
İslamiyet içinde Havva'nın Adem'in sol kaburgasından yaratıldığı öyküleri.
İslamiyetin ilk günlerinde böyle anlayışın, hatta Havva'nın adı bile geçmezken birkaç asır sonra eski Arap-İbrani inanç olgularını içeren Peygambere istinaden uydurulan hadisler mantar gibi heryerden çıkmaya başlamıştı. 
Bu hadisler o kadar çoğalmıştıki Peygamber yemeden, içmeden, uyumadan bu hadisleri söylemiş olsaydı bile bunları dillendirebilmesi için doğumundan konuşmaya başlayarak 120 yaşına kadar yaşaması gerekirdi. Oysa 40 yaşından sonra peygamberlikle görevlendirilen hz Muhammed doğal olarak günlük işleriyle, ticaretle uğraştı, doğal olarak bir insan gibi yaşadı.
23 yılılk peygamberlik döneminde günlük insani ihtiyaçlarını karşılayan bir insan gibi yaşamış olmasınıda göz önünde bulundurursak Peygambere istinaden uydurulmuş hadislerin boyutunuda görmüş oluruz.
İbn-u Kesir, "Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim", I, 112'de Adem bir ara uykuya dalıp uyanınca başucunda, Allah'ın, kaburga kemiğinden yarattığı bir kadın görür. Allah Kuran'da bu tür bir yaratılış öyküsünü unutmuş olmalıki İbn-u kesir bu eksikliği gidermiş !!!
İbn-u Kesir'e bu bilgileri Allah vahyetmediğine göre bu tanımlamaları ibranilerden arakladığı ap açık ortada.
 
Kuran'da Allah, insanın yaratılışı ile ilgili çoğul tanımlamasını kullanmış olması ve yukarda verdiğimiz tarihi bilgilerde Adem'den önce ve çağında da farklı insan ırklarının binlerce yıldan beri yaşamda yer almış olmalarına rağmen Tabâtabâî, IV, 146'da birinci batında ikiz doğan bir erkek ve bir kızın, ikinci batında yine ikiz doğan bir kız ve bir erkekle evlendiklerini, o tarihte başka yolu bulunmadığı için Allah’ın farklı batınlarda doğan kardeşler arasında evlenmelerini uygun bulduğunu söylüyor. Bu sapık görüşü destekleyen İbn İsak ise rivayetinde  Havva'nın yirmi batında kırk çocuğu olduğunu söyleyerek kesin bir rakamda veriyor !!!
İbn-i Abbas ise rivayetinde Allah, Havva'yı Adem’in sol kaburga kemiğinden yaratığını Musevi ve İsevilerden araklayarak iddia ediyor. Bu rivayeti Kuran'i gösterilebilmek için yalanlar o kadar süslenmiş püslenmiştiki Meleklerin Adem'e ona dokunma (sanki İbn-i Abbas ordaydıda duydu), nikahın kıyılmadı gibi uyarmalarının ardından eski Arap-İbrani anlayışını peygamberi gösterebilmek için hz Muhhammed de kullanılmıştı. İbn-i Abbas, Allah'ın huzurunda Hz Muhammede salavat getirildikten sonra  ancak nikahın kıyıldığını söylemine eklemişti !!!
Bu hadiste İbn-i Abbas, uydurmasına Muhammedi cıla vurayım derken aslında cahilliğini göstermiş, farkında olmadan kendini ele vermişti.
Peygamberin ölümünden sonra galiba uzun yaşamasından olacak, durmadan rivayetlerde bulunarak hadis fabrikasına dönüşen Ebu Hüreyre Peygambere istinaden rivayet ettiği hadisde kadının kaburga kemiğinden yaratılması sonucunda eğri ve kusurlu olduğuna vurgu yapıyor ve kadının aşağı derecede kusurlu bir varlık olmasından dolayı kadına ne yapılırsa yapılsın dostoğru olamayacağını ve hep eğri kalacağını rivayetlerinde söylüyordu.
Söyleminin devamında erkeklerin arzularına göre kadıni ehlileştirmelerinin imkansız olmasından dolayı kadından ancak bu biçimde mal gibi yararlanmalısın diye birde öneride de bulunuyordu.
"(Buhârî, Enbiyâ, 1, Nikâh, 80; Müslim, Radâ, 60; Ibn Mâce, Tahâre, 77; Dârîmî, Nikâh, 35; Ahmed b. Hanbel. V, 8.)
 
Peygamberin ölümünden 200 yıl sonra doğan Müslüm, arada onca kuşak olmasına rağmen hocalarımdan duyduklarım diye 300 bin hadisi kitabına yazmıştı. Bu tür saçma uydurulmuş rivayetleri rüyasında Peygambere onaylatıyorum diyen ünlü hadis yazarı Müslüm'ün bu iddiası gerçekten düşündürücü.
Çünkü Peygamber sözlerinin yazılmasını yasaklamıştı. İkinci halife Ömer, bu yasağa uymayan, Kuran harici Peygamberin sözleri diye uydurulan bu tür söylemleri kitaplaştırma gerekçesiyle toplamış, hepsini yok etmişti.
Birkaç asır sonra Allah, Peygamberi görevlendirerek Muhammed, ben baya eksik bilgiler vererek hatalar yapmışım, Müslüm bunları bulmuş, git Müslümün rüyasında onaylamı diyordu yani !!!
Müslümün rüyasında hz Muhammed, bu İbrani kökenli Emevi-Abbasi yalanlarını gerçekten onaylıyormuydu ?
Yukarda verdiğimiz hadislerin bilimsel gerçekliği olmadığı gibi kısmi olarak Kuran öğretisiylede taban tabana zıt anlayışlardır.
Günümüzde ise bunun gibi binlerce hadis Müslüman kitlelerinin inanç omurgasını ne yazıkki oluşturmuştur.
Bu tür anlayışların Hak ve hakikate uygun olmamalarından dolayı Kuran'sal ve akılsal bir dayanaklarıda yoktur.
Bu inanç olguları bilimsel olarak gerçekliklerini yitirmiş olmalarından Vatikan ve Museviler bile kadının Adem'in kaburgasından yaratılmış olmasının yanlış yorumlandığını iddia ederek bu tür saçmalıklardan kurtulma yolları ararlarken bir kısım cemaatçı ve ilahiyatçılar hala bu eski Arap cahileye ve İbrani inanç geleneği olan yüzbinlerce hadisi Peygamberin sünneti diye körü körüne savunuyorlar.
Bilimsel yolları kullanarak sorgu ve yargılarla gerçeğe ulaşan, fikri hür vicdanı hür aydın bireyler yerine cemaat okullarında inançlı nesiller yetiştirtilmelidir söyleminin altındaki esas gerçek ezelden beri var olan inancın ve evrensel gelişimin yerine Arap putperestliğiyle bezenmiş İbrani inanç olgularıyla gerçekleri kavrayamayan, Akıl ve bilim ile yol alma yerine efendilerine itaat eden, düşünce ve algılama yetisini kaybetmiş kuklalar yetiştilmek istendiği görülmektedir.
Çünkü 2.5-3 milyon civarında olan bu uyduruk hadislerde sorgusuz sualsız,hiç düşünmeden sözde din alimlerine kayıtsız şartsız inanmaları ve sorgulamadan bu insanlara biat edilmesi emrediliyordu. Bu tür sözde din alimleri inanç adına ne derlerse desinler İslamı temsil ettikleri için eleştirilemez oluyor hatta bazılarının saçma sözleri Kuran'la eşdeğer hatta üstünde bile görülüyordu.