Ümitli kuş kabeye ulaşırmış !!
Bizde özümüzde barındırdığımız verimli geleneğimize azda olsa katkı sunabilmek için zorlu bir yola koyulduk. Kimi düş kurar o düşler kimligine yansır,pembe hülyalar içinde düşlerinde oyalanır. Biz ise derin köklerimizde olan gerçeklere dokunabilmek için tikenli yolda fırtınaya karşı yürümeyi daha anlamlı bulduk.
Taa eskiden, çok eskiden, fii tarihinden de öte uzak zamanlarda atalarımız olan Sümerler pişmiş kilden kalma yazıtlarında "köpeksiz köyün bekçisi tilkiler olur" diye bir söylemleri vardır. Güncelliğini yitirmeyen bu söylemi günümüze uyarlar isek anane, dil ve inanç korunağını terkeden toplumların bekçisi çakallar olur diye anlamlandırabiliriz.
Dil, tarih ve ananeler ulusun kimliğidir. Dilini, geçmişini ve ananelerini kaybeden ulus, aynı kanatlarını kaybetmiş kuş gibi avcı yırtıcıların hedefi haline gelir. Onu "O" yapan değer dokularını kaybeden uluslar, uygarlıklara özgü değerleri yozlaştıran tüketim eksenine bağlı çağın güncel dayatmaları içinde eriyerek başı boş güdülmeye tutsak topluluklar haline gelirler.
İnsanı insan yapan değerler, asırlarca süren yaşam süzgecinden geçerek insanlığın manevi gelişimine katkı sağlayan bilgi, görgü ve adap birikimleridir. Bu olgular binlerce yıl içinde güzellikler arayan özgür beyinlerin bilgi ve birikimleri sonucu oluşmuştu.
Bu güzel olguları küresel sermayenin çıkarları uğruna bir çırpıda harcamak, insani değerleri un ufak eden acımasız çarklarına teslim
olmak demektir. İnsanın doğumu beşer, yaşamı tekamül yani gelişim, ölümü ise güçsüzlüğünü bilmektir.
Gelişim ise maddi kazanımları bir amaç değil,ruhsal anlamda araç için kullanımdır.
Hiç bir şeyin yoktan var olmayacağı için bütün varlık var olandan var olmuştu.
Vahdedi-vücud, yani beden birliği olarak algılanan tasavvufu tanımlamada bütün varlık mutlak varlığın yansımalarıdır.
Ondan gayri bir nesnenin var olduğunu idia etmek mutlak varlığa ortak koşmak olduğu için, sınırları olan beynimizin kavrayamadığı, algılayamadığı, görünen, görünmeyen bütün olgularında mutlak varlık olan Tanrı'nın yansımalarıdır diyebiliriz.
Bu anlayıştan dolayı Hallacı mansur ve Seyid nesimi gibi Hak erenleri "Enel Hak" demişlerdi.
Enel Hak, ben Hak'kım gibi bir ilahlık iddiası değildir. Ben haktanım, ben Mutlak varlıgın bir parçasıyım, O'na aitim demektir.
Kuran'ı kerimde Allah insana kendi ruhundan can verdiğini söylediği için Pir sultan abdal ben Hak'kım,Hak'tan gelirim demişti.
Her nesnenin Hak'tan olduğu için işte bu yüzden diyoruz ki, samimi ilahi aşkla camide namaz kılanla, kilisede ayin edenle, Tibet dağlarında mutlak varlığın rızasını almak, dua silindirleri çevirebilmek için yüzlerce kilometrelik yolu dualar eşliğinde sürünerek katleden sıradan Tibetlinin Amazon ormanlarında ilkel kabile insanının ateş etrafında zıplayarak ayin etmesinden bir fark yoktur.
Ariflerin dediği gibi insan farkında olmasada gönlünde kendi yaratıcısından başka amaçlananı yoktur.
Bu nedenden özünde gerçeği bulmak için samimi duygular besleyen her insan mutlak gerçek yolunda mutlak varlığa ulaşması muhtemel insandır. İspanyanın bülbülleri ispanyolca ötmediği gibi Brezilyanın bülbülleride Portekizce ötmezler.
Hepsi bir dili kullandıkları için aşk'ın dili de birdir.
İnsan hangi dili konuşursa konuşsun, hangi inanca inanırsa inansın, samimi duygularıyla dürüst yaşamında Hak'kı arama içindeyse kutsi amacına yani ulaşmak için çaba gösterdiği, arzuladığı mutlak aşk'a ulaşır.
Kimisi Tokyo'dan ,kimisi Mogadişü'den, kimisi Baku'dan ,kimisi İspahan'dan kimiside Moskova'dan gider.
Kiminin yolu dikenli, kimisinin dolanbaçlı olabilir. Niyetinde amaca ulaşma var ise mutlaka ulaşır.
Amacında sevgi, şefkat ve aşkla gerçege ulaşma yok ise göstermelik yalvaçlarının bir faydasını göremeyebilirde.
Kuran'ı kerimde Allah zamana yemin ederek Asr suresinde insanın hüsranda olacağını söylüyor. Devamında ise güzel uğraşlarla kusursuz insani değerler üreten , dürüstlükle yoğrulmuş bu kusursuz değerleri özümseyen güzelliklerle yoğrulmuş uğraşıyla yaşamını devam eden ve insanlarada bu güzel olguları önerenlerin gerçek mutluluğa ereceklerini müjdeliyor.
Yaşam düşüncesini benliklerinin üzerine inşa edenler, evrensel insani değerleri değilde Huri rürveti karsılığı imanla, şan şöhret için edindikleri maddesel kazançların ne kadar tüketimi kapsamasıyla kendilerini gösterenleri kast etmiyor herhalde yüce yaradan.
Sermayeyi ellerinde bulunduranlar ne pahasına olursa olsun dahada çok zenginleşerek ülkeleri özelleştirme adı altında ele geçiriyorlar.
Sömürülerine engel olan inançsal ve insani değerleri bir çırpıda harcayarak tüketime odaklanmış toplumlar yaratanlar, insanları kendilerine hizmetkar olan yeni çağın asri köleleri yapıyorlar.
Şöyle bir düşünün! Babalarımız veya dedelerimiz çok az takı kullanırlardı.
Kullandıkları takılar baba yadigarı köstekli saat, çakı, veya muska gibi maddesel değeri olmayan manevi değeri büyük, atasından armağan eşyalardı. Daha sonra erkekler kendilerine özel, kendilerini ifade eden künye veya madalyonlarda isimler yazılı takılar takmaya başladılar.
Günümüzde ise insan kendini ifade eden, kendine özgü inançsal, örfsel nesneleri değilde dünya insanlığını ahtapot gibi saran küresel sermayenin ihracı yozlaşmış örfün ürünü markaların simgeleriyle kendilerini ifade eder oldular.
Eskiden taşıdığımız künyelerde ya evladımızın, ya sevgilimizin yada gariplik içinde evlatları için hayatlarının sonuna kadar uğraş veren atalarımızın isimlerini simgeleyen, kendimizi ifade eden, kendimize özel eşyalar taşır idik.
Günümüzde ise basit bir eşya olan, aslında maddesel değeri hiçte yüksek olmayan lakin üzerinde büyük bir firmanın simgesinin bulanmasından dolayı degerinden kat ve kat fazla ücret ödeyerek bu ürünleri alıyoruz ve kendimizi bu biçimde ifade etmeye çalışıyoruz.
Eskiden kimliğimiz olan toplumun örf, ahlak, mertlik ve inanç adetleriyle kendimizi ifade ediyorken artık Armani, DG, Pier cardin gibi markalarla kendimizi ifade eder olduk.
Eskiden bizi biz yapan değerlerle insanlığa hoşgörü içinde bakıyor, herhangi bir yaradılana yaradandan ötürü asla küçük ve hor görmüyor iken şimdi belli marka arabaya binmeyi, belli başlı pahalı giysi ve takı ürünleri satan firmaların bencilliği kışkırtan simgelerini taşıyan ürünlerini kullanmayı kimliğimizin bir parçası yaptık.
Kültür emperyalistlerinin bize ayrıcalıkmış gibi dayattığı sahte mutluluklar, küçük ruhsal bunaltı sonucunda kumdan ve kağıttan kaleler olduğu için yerle bir oluyor.
Köklerini ve kanatlarını kaybeden insan kendini ifade edemiyor, kendisi gibi başıboş yığınlar haline getirilen insanlar içinde kayboluyordu.
Yeti ve algısını kaybeden insan yığınlarının konuştukları konular genellikle kim ne kadar çok kazanmış, kim ne alıp satmış, hangi ünlü sevgili değiştirmiş türünden içeriği boş sohbetlerden sonra belirli bir topluluğun büyük kazanç kapısı olan futbol konuşmalarıyla zamanlarını geçiriyorlar. İnsani değerlerini, düşünme ve algı yetisini kaybeden bu kitleleri yönlendirmek daha kolay olduğu için sözde spor yorumcuları ve basına hüküm edenler bir yandan kasalarını dolduruyor, biryandanda büyük mevlaların döndüğü futbol rantından daha çok paralar kazanmak için kendi belirledikleri, dayattıkları çatışma gündemleriyle bu insanları tutuculaştırıyorlardı.
Küçük iken hasbel kader bir takımın taraftarı olan insanlar daha sonra tutkuyla o takımın renkleriyle, o takımın taraftarı olmakla kendilerini anlamlandıyorlardı...
Yaşamını o takımın haberleri belirliyor, o takımın haberleri dışında başka hiç bir şey ilgi alanına girmiyordu.
İsimleri ve renkleri dışından başka hiç bir özellikleri olmayan futbol takımlarının taraftarları olan aynı değerleri paylaşan insanların ayrı yığınlara bölünmüş olarak yaşantılarını hiç bir özelliği olmayan renklerin ne yapıp yapmadıkları belirliyor, onlarla yatıyor onlarla nefes almaya başlıyorlardı.
Köklerinden kopartılmış, kanatları kırılmış bu insanları yozlaşmış dinsel ve yoz geleneksel konular işleyerek yönlendirmek daha kolay olduğu için küresel sömürücüler kendilerine buldukları siyasi, gazeteci taşeronlarla bu kitleleri istedikleri doğrultuda yönlendirebilmekteler.
Bizi biz yapan değerlerin son kırıntılarını yok etmek için toprak altında kalan köklerimizin tekrar yeniden yeşermemesi için inanç adı altında inançlarla ilgisi olmayan peygambere istinad edilerek uydurulmuş söylevlerden yola çıkarak tasarladıkları bilim kurgu fantastik öyküleri din diye bize dayatıyorlar.
Biz bunların peşinden gözleri kapalı idrak etme yetisini kaybetmiş kitlesel sürüler halinde sürüklenirken kaybolan insani değerlerimize tekrar kavuşmamamız için bin sene öncesinden sonrası bilinmeyen, bu süre içinde aslında bizleri babar, yagmacı bir topluluk olduğumuzu göstermek için yapılan savaşların anlatıldığı sığ bir tarih anlayışı anlatılıyordu. Buda yetmiyormuş gibi asırlardır İslam adı altında Arap milliyetçiliğinin ürünü olan emevilik ve emeviler ululanmaya devam ediliyordu.
Hatta emevi ürünü hadislerle oluşmuş bozuk inancı İslam adı altında göstererek sanki bizler önceleri şerefsizdikte bizi bunların şereflendirdiğini beynimize yerleştirdiler.
Birde bizim bununla gurur duymamızı bekliyorlar !!!
Çağımızın sömürü düzeninin borazanlığını yapan sözde tarihçi ve din adamlarının edebi ve ahlaki değerlerle insanı mükemelliğe doğru yönlendiren kalu beladan beri var olan Hak inancının son aşaması yerine Arap milliyetçiliği olan emevilikle kimliğimizi şekillendirdiler.
Sanki Türkler 1071'den bir asır önce mantar gibi yerden bittiler, sonra anadoluya göç ettiler !!!
Bu anlayışın çarlık Rusyasında Türklere hakaret etmek için yazdırdıkları tarih anlatımından hiç bir farkı yoktur.
Rus çarı'nın Türkleri o zaman uygarlıkla en son tanışmış barbar, çabulcu, yagmacı bir ulus olarak göstermesiyle Kuran'daki İslamla alakası pek olmayan, Türklerin Arap milliyetçiligi ürünü sözde İslamla şereflendirildigini söyleyenlerin aralarında hiç bir fark yok.
Bazı çarlık Rusyası tarihçilerinin haklarınıda vermek gerekir.
Rus tarihçiler o zamanlar Kıpçakları, İskitleri araştırdılar. Gelmişlerini ve geçmişlerini bütün ayrıntılarıyla yazdılar, bunlara sadece Türk demediler. Türk demiş olsalardı çarlık zamanında deli pedro, sovyetler birliği zamanında polit büro cellatları tarafından idam edileceklerini biliyorlardı.
Ama gerçekleri yazdılar,örfsel ve inançsal tespitler Kıpçakların ve İskitlerin Türkler olduğuna delillerdi .
Günümüzde Kıpçakların ve İskitlerin yakın torunları olan Saka'ların Türk oldukları ispatlanmış inkar edilemeyecek tarihi gerçeklerdir artık.
Bu tarihi gerçekler ortada dururken ,Sovyetler zamanında Türkleri Rus'laştırmak için Türklerin uygarlıkla en son tanışmış, uygarlık kuramamış yağmacı,çapulcu bir ulus olduğu yalanının çarlık ve kominist rusyasının polit bürolarında yazıldıgını bir türlü söylemez bizim sözde tarihçi aydın bozuntuları. Söyleyemezler, çünkü ruhlarını ve vicdanlarını sömürücü sermayeye satmış bu kişiliksizler bu güçlerin önüne koydugu çanaktan beslenmektedirler. Bu yalanlarını savunurlarkende asla isim veremezler, sadece Rus dil bilimci ve tarihçilerine göre Türkler uygarlıkla tanışmış en son ırk olduğunu ima ederler.
Hiç bir ulusu asla küçümsemek nede hor görmek bize yakışmaz ama herkes haddini bilecek.
Ne Menemende Yunanlılarla bir olarak din elden gidiyor fetvaları üreterek halkı Yunanlılara karşı şavasan vatansever Kuvayı milliyecilere karşı ayaklandıranların lideri olarak boynunda yunan haçı taşıyan Bülent Arınç'ın dedesi şeyh Mehmet efendi gibi Yunanistan da adını hüsniyadis olarak degiştirerek hiristiyan olmuşların torunlarından ,nede İngilizlerle bir olarak Anadoluda kurulma aşamasında olan yeni Türkiye Cumhuriyetini yıkmak için İngiliz muhipler cemiyetini kuran şehülislamlar ve onların yardımcıları iskipli Atıf hocaların torunlarından bu ülkeye şimdiye kadar hayır gelmemiştirki şimdiden sonra gelsin.
Pransilvanya, Cia merkezinde müridlerini yönlendiren İsa mesih etrafında toplanmayı öğütleyen, vatikan'ın gösterdiği yolda kurtuluşu gören zat-ı muhteremin yetiştirdiği yazar ve çizer tayfalarıda ulusal kimlik yerine ya dünya vatandaşlığını, ya ümmetciliği veyahut Murat bardakçı, Baskın orhun, Ahmet altanlar gibi sömürücü küresel sermayeye uşaklık olan liboşluğu seçmekteler.
Osmanlının son dönemlerinde Kuvayı Milliyenin düşmana karşı kazandıkları başarı,işkalcilerle işbirliğine giren şehülislam ve sömürücü güçlerin hizmetkarları masonların saltanatlarını iyice sarsmaya başlamıştı.
20 mayıs 1919'da kurulan İngiliz muhipler cemiyetinin içindeki kişilerin konumlarına bakılınca sömürücü işkalcilerin devletin bütün kademelerini ellerine geçirdiğide görülmektedir.
Bu örgütün içinde yer alan Osmanlı devlet adami Molla Said bu cemiyetin kurucularındandır üstelik Molla Said şehülislam Cemalettin efendinin yeğenidir.
Mason filozof Rıza Tefik, Dahiliye Nazırı( içişleri bakanı) damat Ferit, gazeteci Ali Kemal, ve İngiliz rahip Frew'de bu cemiyetin kurucuları arasındadırlar.
Din adına fetvalar veren şehülislamların İngiliz rahip ve mason filozoflarla ortaklığını Atatürk ve Kuvayı Milliye'ye karşı cephe aldıklarını o zamanki düşmanca söylemlerinde görmekteyiz. Hain damat Ferit'in patişahın ve benim yegane ümidimiz Allah'tan sonra İngilizlerdir sözüne dinsel manada daha da etki yapması için iskipli Atıf hoca fetvasında; "İslam kilidinin anahtarını ingilterenin güvenilir ellerine teslim etmekte, İslam alemi için hiç bir tehlike yoktur" diye tastiklemesinde görüyoruz.
Günümüzde ise Cia merkezinde ikamet eden Fetullah gülen ise İsa mesih etrafında toplanırsak ancak kurtuluşa ereriz tümcesi hainlikte iskipli Atıf hocaların dahada ileri gittiğini gösteriyordu.
Osmanlı şehülislamlarının İngiliz misyoner rahip Frew ile aynı örgütte yer alması günümüzde Dinler arası dialog adı altında Fetullah gülen ve vatikan papa'sı ikinci J.paul ve Benedikt ile ılımlı İslam adı altında BOB'a (büyük orta dogu projesi) hizmet etmekteler. Bu oluşum Atatürk tarafından bozulan sömürü oyunlarını tekrar günümüzde bu isim altında topluma barış ve demokrasi adı altında verilmektedir.
Esas amaç Atatürk tarafından yırtılıp çöpe atılan sevr haritasını tekrar gerçekleştirmek istenmesidir.
ılımlı İslam projesininin baş mimarı Akp genel başkanı başbakan R.T.Erdoğan Abd tarafından yürürlüğe konulan büyük orta doğu projesinin İspanya başkanı zapateroyla beraber eş başkanlığını bir süre yapmıştı, şimdi yalnız tek başına yapıyor. Ustalık dönemi bu olsa gerek !!! Dinler arası dialoğun baş mimarı Fetullah gülen ve basının baş köşelerine yerleştirilen liberal enternasyonel program yapımcısı, sunucu ve köşe yazarları BOB'un birer hizmetkarları durumundadırlar.
1919 Osmanlının son döneminde sevri, Amerikan, İngiliz mandalığını savunanların yerini alanlar günümüzde ismi değişik olarak gelen BOB oluşumunun gerçekleşmesi için bilinçli olarak emperyalislere hizmetkarlık etmektedirler.
Hiç şaşırmamak gerekir, dün Sevr'i savunan şehülislamların yerini bu gün dinci olduklarını iddia eden Fetullah gülenler, Erdoğanlar ve Arınç gibiler aldılar.
Abd'nin yürürlüğe koyduğu BOB Sevr'in yeni sürümüdür, sadece adı değişmiştir. Şehülislamların yerini Fetullah gülen, İngiliz rahip Flew'in yerini vatikandaki Papa, damat Ferit ve molla said'lerin yerinide R.T Erdogan gibi, Abdullah gül gibi siyasetçiler almışlardır.
Zurna aynı zurnadır, yalnız sadece çalanlar değişmiştir.
Küresel sermaye destekli bu insanlar bizler gözümüzü açamayalım, bunları görmeyelim diye sürekli dayattıkları süni gündemlerle bizleri oyalamaktalar. Devleti yöneten ve güce sahip olan insanlar güçlerini bizim devamlı olarak aldatıldığımızdan ve yönlendirildiğimizden emin olmak için kullanıyorlar.
Özgür basına pranga vuran, İslami holdingler aracıyla inanç sömürüsü yapılarak elde edilen haksız kazançlarla yazılı ve görsel basını ele geçiren bu kişiler tarafından suni gündemlerle sürekli meşkul ediliyoruz.
Bir yandan siyonizme göstermelik "one minute" naralarıyla kafa tutulurken ,bir yandan da özelleştirme adı altında Cumhuriyetin bütün kazanımları küresel sermayeye hüküm eden siyonistlere peşkeş çekiliyordu.
Yıllardır uyguladıkları politikaların ürünü olarak ele geçirdikleri medya ağı sayesinde kitlelerin, özellikle siyasi alanda yaşanan gerçekleri öğrenme yetisini yok ettiler. Gerçeği toplumdan gizleyerek, düşünmemizi istedikleri şeyleri kurnazca özel okullarda eğitilmiş program yapımcıları vasıtasıyla bizlere dayatıyorlar.
Düşünün, Ahmet altanla Taraf gazetesini kuran Yasemin çonkar'ın kocası emekli bir Cia ajanıdır !!!
Emekli olduktan sonra Cia adına çalışmıyor diye bir kural yok. Cia sermayeyi ellerinde bulunduranların çıkarları doğrultusunda bilgi toplayan sıradan insanlar topluluğu değildir. Cia, Mosad ve Kgb gibi gizli servisler, ikinci , üçüncü dünya ülkelerinde halkları karşı karşıya getiren, bölen akla gelmeyen her tür şeytani işlerin failleridirler.
Emekliye ayrılmış ajanları ise daha sonra bu ülkelere elçi, iş adamı niteliğiyle atanırlar.
Yasemin çonkar'ın kocasıda bunlardan bir tanesidir.
Çünkü Ahmet altanla Yasemin çonkar kurdukları şirketle günlük çıkardıkları Taraf gazetesini hangi ödeneği kullanarak oluşturduklarını bir türlü açıklayamamışlardır.
Bu susuş, bu şirket ödeneğininin Cia'nın yaptığını bize gösteriyordu.
Bu bize Türkiyede olduğu gibi dünyada da bir çok basın kuruluşlarının gizli örgütler önderliğinde kurulduğunu göstermektedir.
Ülkemizde güdülmeye meyilli kitlelerin desteğini alan R.T.Erdoğan bir dönem hızını alamayıp Suriye sınırında Kıbrıs büyüklüğündeki yeryüzü parçasını mayınları bahane ederek İsrail devletine bağlı sionist bir şirkete sadece mayın temizleme maliyetine satmayıda denemişti.
Bu aslında Suriyeyenin iç savaşa sürüklenmesinin önceden planlandığını gösteriyor.
Bu arsa sionistlere sözde tarım için verilmiş olsaydı, demokratik devrim adı altında ortacağ düzeni uygulayıcıları olan Sudi ve Katar gibi ülkelerin silah ve ödeneğini yaptıkları sözde dincilerin yahudi sionistler tarafından yetiştirildiği üs ve eğitim arazisi olacaktı.
Libyada Kaddafiyi Fransa ve İngiltere yardımıyla deviren selefilerin eğitim ve silah yardımını Fransız gizli servisinin yan kuruluşu olan Secopexs isimli özel ordu kuruluşu yapmıştı..
Sionislerin el kaide gibi selefileride savaşması için yetiştirdiğine şaşırmamak gerekir, çünkü başbakan Recep Tayyip Erdoğan Ocak 2004 yılında Amerika ziyareti sırasında New York’ta Amerikan Musevi komitesi” tarafından verilen "Yahudi cesaret ödülü" olan “Davut Boynuzunu” almıştı. 1906 New york'ta AJC (Abd yahudi kongresi) ismiyle kurulan bu örgütün misyonu İsrail devletini kurmak ve sionizmi dünyada egemen kılmaktır.
İsrail devleti kuruldu, şimdi sırada sionizmi dünyada egemen kılma ve vaad edilmis toprakları almak kalmıştır.
Ocak 2004'de sinonizme hizmet ödülü olan Davut boynuzunu alan Erdoğanın örtülü olarak kimlere hizmet ettiğide aslında apaçıktır.
İsrail devleti ile yapılan danışıklı dövüş inançlı, muhafazakar insanların dikkatini dağıtmaktan ibarettir.
Eline yüzüne bulaştırdığı bir sürü açılımlarla ülkeyi bilinçlice iyice ayrıştıran Erdoğan sonrada Kürt açılımı adı altında malum terör örgütüyle masaya oturup onların isteklerine cevap vermenin planlarınıda yapmıştı.
Ergenekon adı altında ne kadar Atatürkçü vatansever varsa kıçlarını kurtarmaya çalışan bir kaç pkk'lı itirafcı ve Cemaat üyelerini tanık göstertip, uyduruk belgelerle ve kendi koyduklari bir kaç patlayıcıları da delil gösterterek, bir sürü vatanseveri tutukladılar bir kısmınıda iyice sindirdiler.
Şimdi daha iyi anlıyoruz bizleri yönetenlerin neyi amaçladıklarını.
Bunların tek amaçları sömürücü sermayenin menfatine çalışmak,sionizmi ülkemizde egemen kılmak.
Yeni dünya tasarımı olan Bop'u yaşama geçirme oyunlarına çomak sokacak Atatürkçü vatanseverleride Ergenekon adı altında bu biçimde bertaraf etmiş oluyorlardı.
Akıl yürüterek kitleleri bilgilendirecek kişileri bu nedenlerle Ergenekon veya darbecilik adı altında kendi yarattıkları örgüt üyesiymiş gibi göstererek susturdular.
Bu insanların haklarını savunacak olanlarıda terörizme hizmet eden kişiler olarak gösterip yıpratarak yok etme politikası gütmekteler.
Yoksa Eğitim gönülüllerini, üniversite profesörlerini hiç bir suça bulaşmamışken neden yok yere tutuklarlar !!!
George Bush'un kimlerin yıktığı muamma olan ikiz kule saldırılarından sonra ya teröristlerin yanında, yada bizim yanımızda olursunuz sözleri size pek tanıdık gelmiyormu ?
Ya ergenekoncu sözde teröristlerin yanında olacağız, yada Cia sponsorlu Gülen cemaati ve Erdoğanın yanında!!!
Dayatilan bu.
Aynı kaynaktan yönlendirilip beslendikleri, aynı siyaseti güttükleri belli olmuyormu ?
Ülkemizi emperyalist, sionist sermayenin eline teslim etme girişimi görülmüyormu ?
Ergenekon yalanlarıyla bu bu sömürü oluşumunun önünü açtıklarını görmemek için ruhen ve vicdanen kör olmak gerekir.
Kendi kendinize, neden tüm ülke baştan aşağı mantar gibi biten dev Tv ağıyla kusatılmış diye sorabilirsiniz.
Eğitim seviyesinin iyice düşdüğü ve kitap okuma alışkanlığının giderek yok olmaya başladığınıda düşünebilirsiniz.
Sonuçta devleti yönetenler elde etmek istedikleri kadar eğitime bütçe ayırıyorlar.
Eğitim düzeni üzerinde sürekli yaptıkları oynamalarla düşünme ve algılama yetisini kaybetmişlerden oluşan kendilerine itaat edecek kitleler yaratma peşindeler.
Ödeneğini devletin yaptığı eğitim kurumlarına baktığımızda ve bu eğitim kurumlarında eğitilen ögrencilere, onlara verilen eğitimi gördüğümüzde, mantığımız kavrıyor ki bu okullarda devre dışı bırakılanlar herneyse devleti yönetenlerin işine gelmiyor.
Eğitimli, fikri hür, vicdanı hür aydın bireyler yetiştirmeyi amaçlayan ve bu amacını yaşam biçimi yapan, yaşamını yoksul insanlara yardım ve tedavi etmekle geçiren Türkan saylam gibi eğitim gönüllülerini Ergenekon adı altında hayali bir suçlamayla neden devre dışı bırakılır !!! Ülkemizi yönetenlerin halka kendi idolojileri doğrultusunda eğitim vererekten güdebilecekleri koyunlar sürüsü yaratma çabası içinde olduklarını görüyoruz.
Devleti yönetenler çocuklarımızın gerçek bilgiler eşliğinde eğitilmesini ve fazla düşünmelerini istemiyorlar.
Bu yüzden ülkemiz gün geçtikçe eğlenceyle, medya maymunlarıyla, dini inançmış gibi gösterilen bilim kurgu öyküleriyle, uyusturucuyla, alkolle ve bunlar gibi ugraşların her çesidiyle dolu hale geldi.
İnsanların beyinlerini oyalamak için suni gündemler ve içeriksiz dizilerle sadece horoz döğüşü seyrettiriliyor.
Yani çok fazla düşünmemiz devleti yöneten önemli insanların işlerine gelmiyor.
Uyanmamız ve anlamamız gerekli ki, yaşamımızı yönlendiren insanlar var, ne yazık ki bizler bunun farkında bile değiliz.
Bizim tek gerçeğimizin Tv ekranlarında gördüklerimiz olmasını sağladılar. Sokaklar Tv ekranlarında gördüklerinin dışında başka hiç bir şeyi algılayamayan insanlarla dolu hale geldi .
Ekranlar ve cemaat okullarından verilenlerin dışında hiç bir sey bilmeyen yeni bir nesil yetistirilmekte.
Bu ekranlar ve cemaat risaleleri gökten inmiş ilahi vahyi gibi başkanlar, başbakanlar, yıldızlar ve tapılar yaratıyor yada yok ediyor.
Bu ekranlar ve cemaatler ülkemizde en büyük güç konumuna geldiler ve halkı istedikleri gibi yönlendirebiliyorlar.
Ülkemizdeki Tv'ler bilgi aktarımı yaparak halkı biliçlendirme görevinin çok uzağındadır.
Ekranlar, gezici şakraban takımı ve masalcılarla doludur. Bunlar halkın beynini suni kavgalarla, içeriği olmayan tartışmalarla, dinle alakası olmayan şarlatanların sunumlarıyla, sanatsal hiç bir yetenekleri olmayan şarkıcılarla, medya maymunu hokkabazlarla sürekli meşkul etmekteler. Bizi bu düş alemine bağımlı hale getirdiler ve bu dünyadan kopmamamız içinde her türlü şakrabanlıkları doğalmış gibi sergileyerek düzgün, yararlı insan olmamızı sağlayan yüzyılların birikiminden geçerek oluşan örfsel kazanımlarımızı yok etmeye çalışmaktalar. Bu şeytani düzenin bir tasarımdır.
Bu tasarım Bop ve medeniyetler ittifakı adı altında emperyal sionist kapitalistlerin istedikleri doğrultuda işletilmektedir.
Yıllar önce tasarlanan büyük orta doğu tasarmının gerçek yüzündeki tül perde biraz kaldırıldıktan sonra igrenç ve vahşi yüzü meydana çıkmış ve ortadoğu milletleri tarafından destek görmemişti.
Sömürücü sermaye ve sionistler tarafından yürürlüğe konulan bu tasarımın ismi de itici gelmişti.
Yıllar öncesi düzenlenen bu tasarıma yeni bir isim buldular ve ismine de "Arap baharı" dediler.
Ne gerçek anlamda İslamiyetin hak ve hukuk üzerine kurulmuş insani olgularını benimsemis, ne gerçek anlamda insanın onurluca yaşamasını sağlayan demokratik düzeni özümseyerek din ve vicdan özgürlüğünü savunmayı amaç edinmemiş, ödeneklerini Vahabi Sudilerin yaptığı selefileri özgürlük savaşçıları, demokrasi havarileri gibi gösterdiler.
Siyonistler ve küresel sermayeye hüküm eden azınlık, özel yetiştirdikleri hizmetkarlarıyla baştan ülkeleri etnik kimlik ve mezhepsel azınlıklara bölerek insanları birbirlerine düşman yaptılar.
Kolayca yönlendirdikleri işbirikçilerini ülkenin basına geçirerek uşaklarını özgürlük savaşçısı kahraman ilan edenler, ektikleri kin tohumunun meyvesini toplamak içinde halkları birbirleriyle savaştırdılar. Yüzbinlerce insan birbirlerini boğazlarken sermayeyi elinde bulunduranlar ülke halkı kazanımları olan doğal kaynakları ve büyük işletmeleri ele geçirdiler.
Ve biz bunları öğrenmeyelim diye şakrabanlıktan başka becerileri olmayan liberal cambazları siyasal,ekonomi ve stratejistler diye her gün görsel ve yazılı basında bizlere yol gösteren uzman kişiler olarak gösterdiler.
Cemaatların ve siyasal iktidarın desteğini alan bu cambazlar kendilerini küçük ilahlar olarak görmeye başladılar.
Hayasızca binlerce yılların süzgecinden geçerek oluşan insani değerleri yok sayarak inançsal öğeleri kullanarak gerçekte insan mutluğundan başka amacı olmayan kalu beladan beri var olan Hak ınancının değerlerini savunuyormuş gibi görünerek inancımızı yozlaştırdılar.
Sermayeye hüküm eden insanlara itaat etmemiz için prensilvanya'da Cia merkezinde yetişen hoca efendileri örnek insanmış gibi gösterdiler. Türklere şeytanın zürriyetinden gelen insanlar olduğunu söyleyen Kürt milliyetçisi garibü zaman Saidi Kürdiyi bizlere Allah'ın sevgili kulu olduğunu kirli propagandayla damarlarımıza şırıngaladılar.
Aşk'ın özü olan, Allah'ın saf aşk olarak bizlere armağanı olan evlatlarımızın bakir beyinlerine bile bu tür kişileri Hak yolunda insani değerlere önem veren kişilermiş gibi hak ve halk kahramanı gibi gösteren çizgi filmlerle bakir, körpe beyinlere zehirlerini akıttılar ve akıtmayada devam ediyorlar.
Artık uyanma zamanı gelmedimi ???